Kötülük Problemi. Yasin Çolak. 28 Kasım 2012. www.19.org. “Tanrı ya kötülükleri defetmek istiyor da gücü yetmiyor; ya gücü yetiyor, fakat O, bunu istemiyor; ya da O bunu ne istiyor ne de buna gücü yetiyor; veya hem istiyor hem de gücü yetiyor. Eğer istiyor da gücü yetmiyorsa, O güçsüzdür ki, bu Tanrı’nın
İslamın “Besmele” ile işe başlanmasını emretmesinin büyük hikmetleri vardır. Düşün ve anla! Süleyman Çelebi, “Allah adın zikredelim evvela / Vacip oldur cümle işte her kula” demek suretiyle Allah’ın adının her an zikredilmesinin gerekliliğini ifade eder. “Besmele”deki nükte; tabiatta ne varsa bütün
Ateist arkadaşlarım var, iyi niyetli insanlar ve iyiliğin inanç ile bağlantılı olduğunu düşünmüyorum. Kalp temizliği başka türlü bir durum, bir de inançlı olup, art niyetli olabilenler var. Kimsenin takdiri için iyilik yapmıyoruz tabii ki, sadece birileri yaptığımız iyiliğin farkında olunca seviniyoruz, mutlu oluyoruz.
Nazar duaları olarak da bilinen bu ayetler ile sureler, okunduktan sonra nazar değen kişinin üzerinde adeta bir kalkan oluşturur. Nazara karşı okunacak Nazar Duası Türkçe okunuşu
Hz Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Şu üç özelliği taşıyan müslümanın kalbinde hıyanet ve kin bulunmaz, Allah için ihlaslı amel, bütün müslümanlara karşı iyi niyetli ve nasihatçi olma ve fikir ve amelde müslümanlarla birlik olma" (İbn Mâce, Mukaddeme, 1 8). İnsanların iyiliğini isteme, onları iyiliğe ve
23NECM [PARÇA PARÇA İNEN AYETLER]SURESİ. Necm suresi Mekke’de 23. sırada inmiştir. Surenin indiği dönemde, atalarının dininden ve ahireti yalanlamaktan vazgeçmeyen müşriklerin, kendilerini uyaran peygambere ve ona inanan bir avuç insana yaptıkları dayanılması zor işkenceler halen devam etmekte idi. Bu nedenle peygamberimiz
KKAKuEg. Delâlet ettiği mana, başka beyana ihtiyaç duyurmayacak ölçüde açık olan, yani manası kolay anlaşılan ayet-i kerimelere muhkem ayetler denir. Manası, insanların tamamına veya birçoğuna kapalı olan ve anlaşılması için ayrıca açıklamaya ihtiyaç duyulan ayet-i kerimelere de müteşâbih ayetler denir. Muhkem ayet, tek mana içerir; müteşâbih ayet, birden fazla anlama delâlet edebilir ve bunlardan birini tayin edebilmek için başka bir delile ihtiyaç duyulur. Kur’an’da, farz, helal-haram hükümlerini içeren ayetler muhkemdir. Bu, hayatımızı tanzim eden kuralları bildiren ayetlerin, gayet açık ve anlaşılır olması demektir. Bu gruba dahil olan konularda tevil yapmak yersizdir. İbn Abbas ra’dan gelen bir rivayette şöyle geçer “Muhkemler, nâsih, helal, haram, hudûd ceza hukuku, ferâizdir miraz hukuku; bunlar iman edilip aynı zamanda amel edilen konulardır. Müteşâbihler ise mensûh, mukaddem, muahhar, emsâl misaller ve yeminlerde bulunur, bunlar iman edilen fakat amelî olmayan konulardır.” Tefsir usulü alimleri, müteşâbih ayetleri genel olarak iki kısımda incelemiştir. Bunlardan birincisi, muhkem ayetlerle mukayese edilerek anlaşılan müteşâbih izâfi müteşâbih ayetlerdir. İkincisi ise, hakikatını bilmeye imkan olmayan müteşâbih mutlak müteşâbih ayetlerdir. Anlaşıldığı üzere müteşâbih ayetlerde, Allahu Teala, muradını gizli olarak buyurmuştur. Bu gizlilik bazen lafızda, bazen manada, bazen de her ikisinde birden olur. a Müteşâbihliğin sadece lafızda olması Lafızda müteşâbihlik, bazen tek kelimede olur. Bu, kelimenin az bilinen =garip ya da birden fazla anlam ifade eden =müşterek /sesteş olmasından kaynaklanır. Garib kelime ile ilgili örnek Abese Sûresi’nin 31. ayette geçen “ebben” kelimesidir. Kelime, kullanılmayan, bilinmeyen bir kelimeydi. Sözlükte çayır, otlak, sebze, saman ve çerez anlamları verilir. Birisini seçip, kesin şudur demek mümkün değildir. Müşterek kelime ile ilgili bir örnek, Saffât Sûresi’nin 93. ayetinde geçen “yemîn” kelimesidir. Kelime sağ el, kuvvet ve yemin anlamlarına gelir. Her birinin kullanılması, manaya uygun düşmektedir. Gizlilik bazen de birden fazla kelime üzerinde olur. Bu da ifadenin kısaltılmış olması =muhtasar, uzatılmış olması =ıtnab ya da kelimelerin dizilişi =tertib itibariyle oluşur. Bu gruba giren ayet-i kerimelerin manası bazen bir sonraki ayet ile kesinlik kazanırken, bazen verilebilecek her anlam uygun düşmektedir. b Müteşâbihliğin sadece manada olması Allah’ın sıfatları, kıyamet halleri, cennet nimetleri ve cehennem azabı ile ilgili ayet-i kerimeler bu gruba girer. Bu gruptaki ayet-i kerimelerde ifade çok açık olmakla birlikte, muhtevası insan aklını aşan konular olduğu için tam olarak anlamak mümkün değildir. Bu gibi konularda Kur’an’ın bütünü ile uyumlu, iyi niyetli açıklamalar yapılması uygun görülmüştür.[1] c Müteşâbihliğin hem lafızda, hem manada olması Bu gruptaki ayet-i kerimelerin anlaşılması, hem lafızlara hem de manalara ait tarihi, sosyal, kültürel vb konuların bilinmesine bağlıdır. Mesela, “…evlere arkalarından girmeniz iyi ve erdemli olmak değildir. Fakat iyi ve erdemli kişi Allah’ın emirlerine uygun davranandır.’ Evlere kapılarından girin ve Allah’ın emirlerine uygun yaşayın/aykırı davranmaktan sakının ki kurtulasınız.”[2] ayetini okuyan bir kişi, Arapların cahiliye döneminde, ihrama girince evlerinin arkasındaki duvardan delik açarak içeri girdiklerini bilmezse, bu ayeti anlamlandırması mümkün olmayacaktır. Ayette lafız kısa tutularak, ayrıntı verilmemiş ve mana gizli kalmıştır. Harici bilgilerle ayeti anlamak mümkün olmuştur. Aklımıza şöyle bir soru takılabilir. Kur’an’da müteşâbih ayet bulunması, insanlık için ne gibi faydalar sağlamaktadır?[3] Öncelikle bu ayet-i kerimeler, insanoğlunu düşünmeye sevketmiştir ve farklı mezheplerin doğuşuna imkan tanımıştır. Kur’an’ın hepsi muhkem olsaydı, aklî delillere ihtiyaç duyulmaz, akıl dondurulmuş olurdu. Müteşâbih ayeteri anlayabilmek için, nahiv, lügat ve fıkıh usûlü gibi birçok ilimleri elde edilmeye çalışılmıştır. Eğer durum böyle olmasaydı, inananlar, bu birçok ilmi elde etme ihtiyacı hissetmezdi. Ayrıca müteşâbih ayetler, muhkem olacak şekilde olsaydı, Kur’an çok ciltli bir kitap olurdu, okunması ve ezberlenmesi çok mümkün olmazdı. Bir başka açıdan bakıldığında da, müteşâbih ayetler, insanoğlu için bir imtihan vesilesidir. Zira mümin kimse gayba inanmakla mükelleftir.[4] Aynı zamanda müteşâbih ayetlerle ilgili Allah’ın elçisinden gelen haberlere inanmak da yine imanın bir gereğidir. Muhkem ve müteşâbih ifadeleri, şu ayet-i kerimede karşımıza çıkmaktadır “Sana Kitab’ı Kur’an’ı indiren O’dur. Onun bir kısmı muhkem açık ve kesin âyetlerdir ki onlar Kitab’ın anası temelidir, bir kısmı da müteşâbih âyetlerdir. İşte kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve kendi arzularına göre yorum yapmak isteyerek, onun müteşâbih olanlarına uyarlar. Halbuki onun yorumunu ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar da “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır.” derler. Bunu akl-ı selîm sahiplerinden başkası düşünemez.”[5] Ayetin tefsiri, bültenimizin bir diğer makalesinde ele alınmıştır. Hud Sûresi 1. ayette Kur’an’ın tamamının muhkem olduğu, Zümer Sûresi 23. ayette de Kur’an’ın tamamının müteşâbih olduğu bildirilmiştir. Bu ayetler kendi arasında ve yukarıda anlatılanlarla çelişiyor gibi gözükür. Ancak birinci ayette anlatılmak istenen Kur’an’ın hak, lafızları fasih, manaları sahih bir kelam olduğudur. Kur’an-ı Kerîm, lafızlarının fesahati ve manalarının kuvveti bakımından, söylenilen bütün sözlerden üstündür. Bu iki sıfat hususunda, Kur’an’a denk olabilecek bir söz söylemeye hiç kimse güç yetiremez. Araplar, sağlam yapılan ve çözülmesi mümkün olmayan akidleri muhkem olarak tarif ederler. İşte, Kur’an’ın tamamı bu şekilde muhkemdir. Zümer Sûresi’ndeki ayette anlatılmak istenen de güzellik bakımından Kur’an’ın bir kısmının bir kısmına benzer ve birbirini doğrular mahiyette olması, Kur’an’ın hiçbir ayetinin birbiri ile çelişmemesidir. Anlaşıldığı üzere söz konusu iki ayet-i kerime, konumuz ile ilişkili değildir. Ancak kelime benzerliğinden dolayı, açıklanması uygun görülmüştür. YARARLANILAN KAYNAKLAR Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü Fahreddin Razi, Mefâtihu’l-Ğayb TDV İslam Ansiklopedisi [1] Müteşâbih ayetlerin yorumlanması hususunda selef-halef arasında görüş ayrılığı vardır. Selef, hiçbir şekilde tevili kabul etmez. Halef ise, yanlış anlama ve kötü niyetli kimselere karşı, Kur’an’ın ruhuna uygun yorumlar yapmanın faydalı olacağını düşünerek, yorumlama yoluna gitmiştir. [2] Bakara Suresi, 189 [3] Müteşâbihin hikmetleri hakkında bkn. Menâhil, [4] Bkz Bakara Sûresi, 3 [5] Âl-i İmran Sûresi, 7
insan olma yolunda en onemli adimlardan biri olan ancak salaklik ile de es anlamli olabilecek bir tutum.bkz iyi niyetli insan ozelliklerinden en gereklisi ve ayni zamanda insanlarin ba$ina en cok dert acanlarindan, ayni zamanda benim de ozelliklerimden. insanların daha çok ilk gençlikte bulundukları bir ruh halidir. zaman geçtikçe büyürler, dünya kirlenir, her şeyin toz pembe olmadığı anlaşılır. iyi niyetli olma durumu yerini her şeyden şüphelenmeye bırakır*. zaman zaman gosterilmesi gereken insanlara gosterilen ,hatta gosterilmesi gereken, bana gosterildiginde de sasirmayi umdugum guzel bir bir insan surekli iyi niyetli olmamalidir yoksa ezilir ve halk dilinde "salak" olarak iyi niyetli insanlar tanirim ki ben yeni aldigi cd writer'in nimetlerini delicesine paylasmak ister;mesela cd ye ozenle secilmis video klipleri***bir arkadasinin evinde "bendede sole bir olay var hadi seyredelim" gibi angut bir edayla ortaya sunar,herkes hastasi olur ve bu iyi niyetli insan "al bu senin olsun der "ve eve dondugunde farkeder ki hdd'sinde bulunan bu videolari cdye cekilmis oldugu icin silmistir ve tek yeniden ceker bu klipleri mal mal , periodik olarak "malim ben" der ,ama ertesi gun gelen guzel bir telefonla "ne iyi etmisim olsun kablo var gene cekerim "sonucuna varir*.yada bir arkadasina "ben bu aralar bunlari dinliyorum,al sen de dinle" gibi muallakta bir cumleyle audio cdler yazmistir onlari bir gun pisman olucaktir ama belki de insanlarin mutlulugundan mutlu olabilen bir mutantdir,hatta belki de sadece dengesizliginin bir urunu kisa omurlu bir davranislar bilebilir ki? william blake paşa diyor ki;"iyi niyet diye bir şey yoktur. niyet kötü bir şeydir."buyuruyor. basa bela, kalbe agri, ruha agir yuk getiren erdem. bkz dont try this at home her zaman suistimal edilmeye müsait olan durum. ayrıca bazı insanlarda kendine yediremez iyi niyetli olmayı ne yaparsanız yapın... çok uzun yillardir, her gece ayni azim ve ayni inançla "bu sefer sabah erken kalkacagim. bu sefer geç kalmayacagim. bu sefer tamam artik!" diyerek, saati kurmak. sonra sabah o saati hiç duymamak, duysa da kapatip uykuya devam etmek, kesinlikle uyanamamak. sonra bütün günü, geç kalmanin ezikligi içinde geçirmek. sonra gece olunca saati eline alip "bu sefer sabah erken kalkacagim. bu sefer geç kalmayacagim. bu sefer tamam artik!" diyerek, saati kurmak. iyi ve kötü ayrımını yapamayanlarda olduğu zaman işlerin boka sarmasına açıklama getiremiyebilecek durum hali. * ekşi sözlük kullanıcılarıyla mesajlaşmak ve yazdıkları entry'leri takip etmek için giriş yapmalısın.
İyilikle İlgili Sözlerİyilikle İlgili 10 Güzel Söz;1- "İyilik karakterle ilgilidir. Bütünlük, dürüstlük, nezaket, cömertlik, ahlaki cesaret vb. Her şeyden çok, diğer insanlara nasıl davrandığımızla ilgili."- Dennis Prager2- "Nezaket bilgelikten daha önemlidir ve bunun bilinmesi bilgelik başlangıcıdır."- Theodore Isaac Rubin3- "Küçük bir düşünce ve biraz iyilik, çoğu zaman çok fazla paradan daha değerlidir."- John Ruskin4- İyilik karşılık beklemeden vermek; gücünü, tecrübesini, malını, sevgisini ve merhametini, dünyevî bir karşılık düşünmeden "İyilik zamanında herkes hoştur. Fakat derin sıkıntılar zamanı geldiğinde anlarsın ki Allahtan başka dost yoktur."- Hz Mevlana6- "Her türlü kötülüğü yapmaya muktedir iken kötü bir şey yapmamak, işte budur iyilik."- Andre Gide7- "İyilik aradın mı insanda, kötülük kalmaz."- Mevlana8- "İyiye giden yol, çok güç görünüyorsa da bulunabilecek bir yoldur."- B. Spinoza9- "İyilik düşünmek, bizi cesaretle yaşatır."- Wolfgang Van Goethe10- "Dünyada yapılacak en büyük iyilik, korku içinde yaşayan bir insanın güvenliğini sağlamaktır."- Beydeba"İyiliğinize inanılmasını istiyorsanız, ondan hiç söz etmeyin."- Blaise Pascal"İyi insan olacağınıza, öyle bir yere götürün ki dünyayı iyilik beklenmesin."- Bertolt Brecht"İyilik iyilikten, kötülük kötülükten doğar."- Budha"Kendimizi üst seviyeye çıkarmanın emin bir yolu, başka birinin üst seviyeye çıkmasına yardımcı olmaktır."- Booker T. Washington"Birinden iyilik gören kimse bu iyiliği hiç unutmamalıdır, birisine iyilik yapan ise yaptığı iyiliği hiç hatırlamamalıdır."- Charron"İyiliği yalnız iyiler anlar, kötülüğü herkes."- Cenap Şehabeddin"Karşılık bekleyerek yapılan iyilik Allah katında muteber değildir çünkü mükafatını bu dünyada almıştır."- Cervantes"İyiliği, hiçbir şahsi menfaat gözetmeden, sırf iyilik olsun diye yapmalıyız."- Confucius"İnsanın ömrü boyunca yönetmesi gereken bir düsturu var mıdır, bu olsa olsa iyilik ve sevgi düsturudur."- Confucius"Bir insana yapılan iyiliğin hatırlatılması, onu suçlamakla aynı şeydir."- DemosthenesEn Güzel İyilik Sözleri"Yalnız iyilik yapmak yetmez, iyiliği zarafetle yapmak da lazımdır."- Denis Diderot"İyiliği gizlemek, kötülüğü gizlemekten daha üstündür."- Ebubekir Ferra"Güneş, ışık ve sıcağından yarar sağlamak için kendisine yalvarılmasını beklemez. Sen de güneş gibi ol, beklenilen iyiliği senden istenilmeden yap."- Epictetos"İyiliğin kötülüğe zaferi, kötü insanların iyi insan olması demektir. Bu karanlığı aydınlığa çevirmekte, çarpık şeyleri düzeltmektedir."- Erskine of EllonGördüğünüz iyiliği unutmayın, ona karşılık siz de bir iyilik edin ama kötüleri de sizden uzaklaştırmanın bir yolunu gücün yetmezse, bari kötülük gördüğümüz iyilik, bize yaptığı fenalıkları hoş görmemizi icap ettirmez."Bize iyilik edenlerdense, kendilerine iyiliğimiz dokunan kimseleri görmek daha çok hoşumuza gider."- François de La Rochefaucauldİyi adam olmak için kimseye kötülük etmemek yetmez, iyilik etmesini de bilmelidir."İyilik, insanlık sanatıdır."- Genceli Nizami"Ah, bütün bu iyi eserleri yazanlar, yazdıkları iyiliklerin yarısını yapsalardı, daha güzel bir dünyada yaşıyor olurduk."- Heinrich von Kleist"İyilik yapmasını bilmiyorsan, hiç olmazsa kötülük yapma."- Heinrich Heine"İyilik, hiçbir zaman boşa gitmeyen bir yatırımdır."- Henry David Thoreauİnsan yaşamında üç önemli şey vardır Birincisi iyi insan olmaktır, ikincisi iyi bir insan olmaktır ve üçüncüsü iyi bir insan olmaktır."İyiliği gizli yapanlar, Tanrı'ya inananlardır."- Honore de BalzacKarşılığında kötülük göreceğinizi hiç düşünmeden, iyilik şerefi, çabuk kakılan bir iyilik, daima hakaret yerini şey Tanrı'nın elinden çıktığı zaman iyidir, sonradan insanların elinde bozulur."İyilik yapma kabiliyetinde olup da yapmayan insan, suç işlemiş sayılır."- Johann Heinrich PestalozziAllah sana nasıl iyilik etmişse, sen de öyle iyilik et. İyilikle kötülük bir olmaz, sen kötülüğü en güzel şeyle sav, o zaman bakarsın ki seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost ve takva üzerine yardımlaşın, kötülük ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın, Allah'tan korkun çünkü Allah'ın azabı iyiliğin bir nedeni varsa, sonunda bir ödülü varsa o iyilik değildir."İyilik, insanın emniyet kemeridir."- Lokman Hekim"İnsan, Allah'a ancak öteki insanlara iyilik yapmakla yaklaşabilir."- M. T. Cicero"İyiliği ve ihsanı tamamlamak, başlamaktan daha hayırlıdır."- Mevlanaİnsanlık ve İyilik Sözleri"İyi şeyler yalnızca planlanırsa olur, kötü şeyler kendiliğinden olur."- P. Crosby"İyiliğin ilmine sahip olmayana, bütün diğer ilimler zarar verir."- Montaigneİyilikler insana, karşılığını verebileceğini sandığı sürece hoş gelir, bu ölçüyü aştılar mı onları minnetle değil kinle iyilik etmeyi, onun bana iyilik etmesinden daha çok istemekle kalmam, kendine her yapacağı iyiliğin bana da iyilik olmasını isterim."Acıları kısa sürüp daha az duyulması için kötülükler toptan bir defada yapılmalı, iyilikler ise aksine daha uzun süre tadılabilmeleri için birbirini ağır ağır izlemelidir."- Nicola Machiavelli"Daha iyi olmaya çalışmayan, iyi olarak da kalamaz."- Oliver Cromwellİyilik yapma kapasitesi, yaşama en derin anlamı ve önemi veren bir özelliktir."Çok para kazanmış olsanız bile, birine size geri ödemeyeceği bir şey yapmadıkça, iyi bir gün geçirmiş sayılmazsınız."- Ruth Smeltzer"Bir iyiliği hiçbir zaman çok erken yapamazsın çünkü hiçbir zaman, ne vakit çok geç olduğunu bilemezsin."- Ralph Waldo Emerson"Kendisine iyilik yapamayan biri, başkalarına da iyilik yapamaz."- Samuel Smilesİyilik yap denize at, balık bilmezse Halik tabii olarak, gelişigüzel, tıpkı çiçeklerin koku saçtıkları gibi yapmazsanız iyilikten ne çıkar?"Yanlış yapma fırsatı günde bin kez bulunur, iyilik yapma fırsatı yılda bir kez gelir, onun için bu fırsat kaçırılmamalıdır."- Voltaireİnsanlara gelince onlardan teşekkür beklemeden, elinden gelen iyiliği yap, bazı tek tük can sıkıcılıklar olursa da genelde hep iyi bir ilişki kalır. İyi bir şeyler yapmak için, önce iyilere inanmak güzel gözlerin olmasını istiyorsan, insanlara iyilikle bak, eğer saçların güzel olsun istiyorsan, bırak çocuklar ellerini geçirsin saçlarından, ince bir bedense isteğin, ekmeğini açlarla bölüş ve güzel dudaklara sahip olmak için sadece güzel sözler İyilik ile İlgili Ayetlerİyilik ile ilgili ayetler, iyilikle ilgili kutsal sözler, Kuran-ı Kerim'de geçen iyilik ayetleri, iyilik ile ilgili sözler;Şüphesiz Allah, takva sahipleri ile ve iyilikte bulunanlarla ve kadın bütün müminler birbirlerinin dostları ve velileridirler. İyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirirler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve Resulüne itaat ederler. İşte bunları Allah rahmetiyle yargılayacaktır çünkü Allah azîzdir, ve Resulü adına nasihat ettikleri takdirde ne zayıflara, ne hastalara, ne de verecek bir şey bulamayan yoksullara savaştan kalmaktan dolayı bir günah yoktur. İyilik edenleri ayıplamaya bir yol yoktur. Allah gafurdur, de Müslümanlara zarar vermek, kâfirlik etmek ve Müslümanların arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Resulü'ne karşı savaş açmış olanı beklemek için mescid yapanlar var. "İyilikten başka bir maksadımız yoktu." diye yemin de edecekler fakat bunların kesinlikle yalancı olduklarına Allah ki "Ey babamız! Sen bize Yusuf için neden güvenmiyorsun? Halbuki biz onun iyiliğini istiyoruz."Bunlar, O tevbekâr olanlar, o ibadet edenler, o hamd edenler, o oruçlular, o rükua varanlar, o secdeye kapananlar, iyiliği emredip, kötülükten vazgeçirenler, Allah'ın hududunu koruyanlar emirleriyle yasaklarının ölçülerine riayet edenlerdır. Müjde ver o müminlere, müjde!Ve sabret! Çünkü Allah iyilik edenlerin mükafatını her iki tarafında ve gecenin saçaklarında gündüze yakın olan saatlerinde namaz kıl! Muhakkak ki, iyilik kötülükleri giderir. Bu ise düşünebilenlere bir öğüttür. O, tam erginlik çağına gelince, kendisine ilim ve hüküm verdik. İşte biz, güzel iş yapanları böyle onunla birlikte iki delikanlı daha girdi. Birisi dedi ki "Rüyada kendimi şarap sıkarken gördüm". Öteki de dedi ki "Ben de başımın üstünde ekmek taşıdığımı, kuşların da ondan yediğini gördüm. Bize bunun yorumunu haber ver çünkü biz seni iyilik edenlerden görüyoruz."Dediler ki "Ey vezir! Emin ol ki, bunun çok yaşlı bir babası var. Onun için yerine birimizi al. Gerçekten de biz seni iyilik edenlerden görüyoruz."Ve işte biz böylece Yusuf'u o yerde temkin ettik yerleştirdik. Neresinde isterse orada makam tutuyordu. Biz rahmetimizi dilediğimize nasip ederiz ve iyilik edenlerin mükafatını zayi "Yoksa sen, sahiden Yusuf musun?" dediler. O da "Ben Yusuf'um, bu da kardeşim" dedi, "Doğrusu Allah, bizi, lutfuyla nimetlendirdi. Gerçekten de kim Allah'dan korkar ve sabrederse, Allah, muhakkak ki, güzel işler yapanların mükafatını zayi etmez."Ayrıca senden iyilikten önce hemen kötülüğü getirmeni isterler. Oysa daha önce onlara misal olacak cezalar gelip geçmiştir ve gerçekten Rabbin, zulümlerine karşılık insanlara mağfiret sahibidir. Bununla beraber Rabbinin azabı da cidden çok babasını yüksek bir taht üzerine oturttu ve hepsi birden Yusuf için secdeye kapandılar. Bunun üzerine Yusuf dedi ki "İşte bu durum, o rüyamın çıkmasıdır. Gerçekten Rabbim onu hak rüya kıldı. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra, beni zindandan çıkarmakla ve sizi çölden getirmekle Rabbim bana hakikaten ihsan buyurdu. Doğrusu Rabbim dilediğine lutfunu ihsan eder. Şüphesiz O, her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir."Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabrederler ve namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açıkça Allah yolunda harcarlar ve çirkinlikleri güzelliklerle yok ederler. İşte bunlar, bu hayatın akibeti kendilerinin olacak iyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz ve eğer kötülük ederseniz yine kendinizedir. Artık diğer fesadınızın zamanı gelince, yüzlerinizi üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları ve ilk kez girdikleri gibi yine Beyt-i Makdis'e girmeleri, ele geçirdikleri yerleri mahvetmeleri için onları tekrar kesin olarak şunları emretti Ancak kendisine ibadet edin, anne ve babaya iyilik edin. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, sakın onlara "öf" bile deme ve onları azarlama. İkisine de tatlı ve güzel söz tevbe ve iman edip iyi davranışlarda bulunanlar başka; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet dedi ki "Ey benim kavmim! İyilik dururken niçin kötülüğe koşuyorsunuz? Ne olur Allah'a istiğfar etseniz, belki rahmetine kim haksızlık yapar, sonra yaptığı kötülüğü iyiliğe çevirirse, bilsin ki ben ona karşı da çok bağışlayıcıyım, çok merhamet yiğitlik çağına girip olgunlaşınca, biz ona hikmet ve ilim verdik. İşte güzel davrananları biz böyle iyilikle gelirse, ona daha iyisi verilir ve onlar o gün korkudan da emin bir iyilik getirirse ona ondan daha üstün karşılık vardır. Kim bir kötülük getirirse, o kötülükleri işleyenler, ancak yaptıkları kadar ceza onlara, sabretmelerinden ötürü mükafatları iki defa verilecektir. Bunlar kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan da Allah rızası için biz insana, anasına ve babasına itaati de tavsiye ettik. Anası onu zayıflık üstüne zayıflıkla taşıdı. Onun sütten ayrılması da iki yıl içindedir. Biz insana "Bana, anana ve babana şükret" diye de tavsiye ettik. Dönüş, ancak Muhammed! Tarafımdan söyle "Ey iman eden kullarım! Rabbinizden korkun. Bu dünyada güzellik yapanlara bir güzellik vardır. Allah'ın yeryüzü geniştir. Ancak sabredenlere mükafatları hesapsız ödenecektir."Bununla beraber eğer her ikisi de bilmediğin bir şeyi, bana ortak koşman hususunda seni zorlarsa, onlara itaat etme fakat dünyada onlarla iyi geçin ve bana yönelenlerin yolunu tut. Sonra dönüşünüz ancak banadır. O zaman ben de size yaptıklarınızı haber iyilik de bir değildir, kötülük de. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. O zaman seninle kendi arasında bir düşmanlık olan kişinin, sanki samimi bir dost gibi olduğunu Allah iman edip salih amel işleyen kullarını bununla müjdeler. Ey Muhammed! De ki "Ben bu tebliğime karşı sizden akrabalıkta sevgiden başka hiçbir ücret istemiyorum." Her kim bir iyilik yaparsa biz onun iyiliğini artırırız. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, şükrün karşılığını sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez çünkü Allah adalet yapanları insana ana ve babasına iyilik yapmayı tavsiye ettik. Anası onu zahmetle karnında taşıdı ve zahmetle doğurdu. Onun ana karnında taşınması ile sütten kesilme süresi otuz aydır. Nihayet insan olgunluk çağına ulaşıp, kırk yaşına geldiğinde der ki "Ey Rabbim! Bana ve ana babama ihsan ettiğin nimetlerine şükretmemi ve senin hoşnut olacağın salih amel işlememi ilham et. Benim neslimden gelenleri de salih kimseler kıl. Doğrusu ben tevbe edip sana yöneldim ve ben gerçekten Müslümanlardanım."İnsanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz? Halbuki kitab Tevratı okuyorsunuz. Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?Gerçekten biz bundan önce O'na yalvarıyorduk çünkü iyilik eden, esirgeyen ancak O' bir zamanlar "Şu şehre girin de onun nimetlerinden dilediğiniz şekilde bol bol yiyin ve kapıdan secde ederek girin ve "hıtta" bizi bağışla! deyin ki, size, hatalarınızı mağfiret ediverelim, iyilik yapanlara nimetlerimizi daha da arttıracağız" hayır! Kim özü iyilik dolu olarak yüzünü Allah'a tertemiz döndürür ve teslim ederse, işte onun Rabbi katında ecri vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olacak bir vakitler İsrailoğulları'ndan şöylece mîsak kesin bir söz almıştık Allah'dan başkasına tapmayacaksınız, ana-babaya iyilik, yakınlığı olanlara, öksüzlere, çaresizlere de iyilik yapacaksınız, insanlara güzellikle söz söyleyecek, namazı kılacak, zekatı vereceksiniz. Sonra çok azınız müstesna olmak üzere sözünüzden döndünüz, hâlâ da bazan doğu, bazan batı tarafına çevirmeniz erginlik değildir fakat eren o kimselerdir ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve bütün peygamberlere iman edip, yakınlığı olanlara, öksüzlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere ve esirleri kurtarmaya seve seve mal verirler. Namazı kılarlar, zekatı verirler. Bir de antlaştıkları zaman sözlerini yerine getirenler, hele sıkıntı ve hastalık durumlarında ve harbin şiddetli zamanında sabır ve kararlılık gösterenler var ya, işte doğru olanlar da bunlardır, korunanlar da yolunda mal harcayın da kendinizi ellerinizle tehlikeye bırakmayın ve güzel hareket edin çünkü Allah güzellik ve iyilik edenleri durmanız, kötülükten sakınmanız ve insanların arasını düzeltmeniz için, Allah'ı yeminlerinize hedef veya siper edip durmayın. Allah, her şeyi işitir ve hilâllerden soruyorlar. De ki Onlar insanlar için de, hac için de vakit ölçüleridir. Bununla beraber iyilik, evlere arkalarından gelmeniz değildir fakat iyiliğe eren, kötülükten korunan kimsedir. Evlere kapılarından gelin, Allah'tan korkun ki, kurtuluşa onlardan "Ey Rabbimiz! Bize dünyada bir güzellik ve ahirette de bir güzellik ver ve bizi ateş azabından koru!" diyenler halkına ve civardaki bedevilere, Resulullah'ın emrine aykırı hareket etmek uygun olmadığı gibi, onun katlandığı zahmetlere öbürlerinin katlanmaya yanaşmamaları da yakışık almaz çünkü onların Allah yolunda çektikleri hiçbir susuzluk, hiçbir yorgunluk ve hiçbir açlık, ayrıca kâfirleri öfkelendirecek ayak bastıkları hiçbir yer veya düşmana karşı elde ettikleri hiçbir başarı yoktur ki, karşılığında kendilerine salih bir amel yazılmış olmasın çünkü Allah, güzel iş yapanların mükafatını zayi kadınları, kendilerine dokunmadan veya onlara bir mehir takdir etmeden boşarsanız bunda size bir vebal yoktur. Şu kadar ki onlara mal verip faydalandırın. Eli geniş olan hâline göre, eli dar olan da haline göre ve güzellikle faydalandırmalıdır. Bu, iyilik yapanlar üzerine bir borçtur.
18 MART 2017 , CUMARTESİ 0700İyi niyetli insanların sahip oldukları 10 özellik'Bu dünya dönüyorsa iyi niyetli insanların yüzü suyu hürmetine' Bir insanın yüzünü güldürmekten mutluluk duyarlar İyiliğin ve güzelliğin bir gün bu dünyanın tamamında var olacağına inanırlar Gerçek aşk'a ve sevgiye inanırlar İnsanları mutlu etmeyi çok severler ama bu arada kendilerini de bir o kadar üzerler Daima içlerine kapanık ve duygusal olurlar İnsanların onlara karşı takındığı görüşler ve fikirler onlar için maalesef önemlidir Kaç yaşına da gelse çocuk ruhludur Onlar hayalleriyle mutludur Ve asla bu denli bir kötülüğü içlerinde beslemezler Bugünün gazete manşetleri için tıklayın >
İslam’da ihlas ve niyetin önemi nedir? Amellerde ihlas ve niyetin fazileti nedir? İhlas ve niyet ile ilgili ayet ve hadisler nelerdir? Hadislerde ihlas ve niyet nasıl geçer? Gizli – açık bütün işlerde, sözlerde – hallerde iyi niyet ve ihlâs… İhlas ve niyet ile ilgili ayet ve hadislerin açıklaması İHLAS VE NİYET İLE İLGİLİ AYETLER 1– “Onlara sadece şu emredilmişti Bâtıl dinleri bırakarak yalnız Allah’a yönelip ona itaat etsinler, namazı kılsınlar, zekâtı versinler. İşte doğru din budur.” Beyyine Sûresi 98, 5Yahudi ve hıristiyanlara tıpkı İbrâhim -aleyhisselâm- gibi olmaları, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, ona kayıtsız şartsız boyun eğmeleri, mütevâzi ve saygılı davranmaları emrolunmuştu. Kendilerinden sapık fikirleri bırakmaları, yalnızca Allah’a ibadet edip namaz kılmaları, zekât vermeleri istenmişti. Zaten Allah tarafından gönderilen bütün kitaplarda yazılan budur. Diğer bir ifadeyle söylemek gerekirse ilâhî dinlerde değişmeyen üç esas vardır Allah’a imân etmek, namaz kılmak ve zekât vermek. Fakat onlar bu emirlere uymadılar. İşte bu sebeple Müslümanların ihlâs, samimiyet ve dürüst bir niyetle Allah’ın buyruklarını yerine getirmeye çalışmaları şarttır. Cenâb-ı Hakk’ın emirlerine uymayan Yahudi ve Hıristiyanlara hiçbir şekilde benzememeleri “Kurbanların ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşır. Allah’a sadece sizin ihlâs ve samimiyetiniz ulaşır.” Hac Sûresi 22, 37Kurbanın akıtılan kandan ve dağıtılan etten ibaret olduğu zannedilir. İnsanlar için durum böyle olabilir. Allah Teâlâ kurbanın ne etine, ne de kanına bakar. Onun için önemli olan, hayvanın sırf Allah rızâsı için kesilmesidir. Kurban edilen hayvan Allah rızâsı için kesilmiyorsa, o kurbanın hiçbir değeri yoktur. Cenâb-ı Hakk’ın değer verdiği, karşılığında mükâfat yazdığı şey insanın ihlâsı, iyi niyeti ve “De ki, gönlünüzdeki duyguları saklasanız da, açıklasanız da Allah hepsini bilir.” Âl-i İmrân Sûresi 3, 29Gizlilik veya açıklık insanlar için söz konusudur. Allah Teâlâ insanların gözlerden uzakta gizlice yaptığı şeyleri bildiği gibi, kalblerinden geçen duygu ve düşünceleri de bilir. Allah’a inanan, onun gönderdiği dini benimseyen bir kimse bütün davranışlarını, hatta gönlünden geçen duyguları bile kontrol etmelidir. İHLAS VE NİYET İLE İLGİLİ HADİSLER 1– Yapılan İşler Niyetlere Göre Değerlenir HadisiMü’minlerin emîri Hz. Ömer -radıyallahu anh-, Resûlullah’ı -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyururken dinledim, dedi“Yapılan işler niyetlere göre değerlenir. Herkes yaptığı işin karşılığını niyetine göre alır. Kimin niyeti Allah’a ve Resûlü’ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah’a ve Resûlü’ne hicret sevabıdır. Kim de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına kavuşmak için yola çıkmışsa, onun hicreti de hicret ettiği şeye göre değerlenir.”Buhârî, Bed’ü’l-vahy 1, Îmân 41, Nikâh 5, Menâkıbu’l-ensâr 45, İtk 6, Eymân 23, Hiyel 1; Müslim, İmâret 155. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Talâk 11; Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd 16; Nesâî, Tahâret 60; Talâk 24, Eymân 19; İbni Mâce, Zühd 26 Hz. Ömer Kimdir? – Hz. Ömer’in Hayatı Hz. Ömer Kureyş kabilesinin Benû Adî kolundan olup soyu Peygamber Efendimiz’in soyu ile birleşir. Hadisimizin başında Nevevî’nin zikrettiği bu nesep zinciri şöyledirHz. Ömer – Hattâb – Nüfeyl- Abdüluzzâ – Riyâh – Abdullah – Kurt – Rezâh – Adî – Kab – Lüey – GâlibHz. Ömer, Resûl-i Ekrem’den 10 yaş kadar küçüktü. İslâmiyet ile şereflenmeden önce Müslümanlara pek eziyet ederdi. Nüfuzuyla, güç ve kuvvetiyle tanınmış bir yiğit olduğu için, onun Müslüman olması diğer Müslümanları güçlendirdi. İslâm ile şereflendiği gün Kâbe’ye giderek namaz kıldı. Diğer Müslümanlar da ilk defa o gün Kâbe’de namaz hicret edince, şehir merkezine bugün 3 km. uzaklıkta bulunan Kuba’ya yerleşti. Gün aşırı Resûl-i Ekrem’i ziyaret ederek, bütün gün onun yanında kalırdı. Medine’de Hz. Ebûbekir’le birlikte Resûlullah’ın en büyük yardımcısı oldu. Onun katıldığı bütün savaşlarda bulundu. Kızı Hafsa’yı onunla evlendirerek Hz. Peygamber’in kayın pederi olma şerefini elde etti. Resûlullah Efendimiz’i o kadar derin bir muhabbetle severdi ki, onun vefat ettiğini duyunca büyük bir şoka girdi. Kılıcını çekerek, Peygamber öldü diyenleri ikiye biçeceğini derece doğru ve isabetli düşünürdü. Henüz hakkında vahiy gelmeyen 15-20 önemli konuda Hz. Peygamber’e başvurarak o hususlarda âyet indirmesi için Allah Teâlâ’ya dua etmesini istedi. Bazen da o konulardaki kanaatini Hz. Peygamber’e arzetti. Hz. Ömer’in açıklık getirilmesini istediği hususlarda âyetler nâzil oldu. Hakkında âyet nâzil olan bu konulara, Ömer’in âyete uygun görüşleri anlamında “Muvâfakât-i Ömer” denmiştir. Bu konuda geniş bilgi için bk. Tecrîd Tercemesi, II, 349-353Hz. Ebûbekir’in vefâtından sonra İslâm’ın ikinci halifesi oldu. İran, Irak, Suriye, Mısır topraklarını İslâm ülkesine kattı. Kudüs, Azerbaycan, Ermenistan, Horasan, İskenderiye onun zamanında fethedildi. Basra, Kûfe, Musul gibi büyük şehirleri kurdu. Eşsiz adalet anlayışıyla, dünya tarihinde benzeri görülmeyen adalet örnekleri verdi. Yardıma muhtaç olan herkese maaş bağladı. Devlet idâresinde önemli yenilikler yaptı. İdârî, adlî, mâlî ve askerî teşkilât kurdu. İslâm’ın, Kur’ân-ı Kerîm’in ve İslâmî ilimlerin daha geniş muhitlere yayılması için faaliyet gösterdi. İslâmiyet’i uzun yıllar boyu bizzat Resûlullah Efendimiz’den öğrenmesi sebebiyle İslâm Hukuku’nun birçok meselesinde şahsî görüşleri Ömer sert tabiatına rağmen pek mütevâzi bir insandı. Yamalı gömlek giyer, dul kadınların evine sırtında su taşır, çıplak döşemede yatıp uyur, develeri kendi eliyle kaşağılayıp temizlerdi. Halifeliği süresince geceleri sokak sokak dolaşır, herkesin şikâyetini dinler, halkın dertlerine çözüm getirirdi. Çok güzel konuşur, hikmetli sözler söylerdi. Mert ve doğru sözlü olanları sever, kendini tenkid etseler bile onlara gücenmezdi. Halka hitap ettiği bir gün, yanlış işler yaparsa, kendisine nasıl davranacaklarını biri hemen ayağa kalkarak– Seni kılıcımızla doğrulturuz, Ömer adamın cesaretini denemek için– Benim hakkımda böyle konuşmaya nasıl cüret ediyorsun? diye sormuş, o adamın gözünü kırpmadan– Evet, bu sözleri senin hakkında söylüyorum, demesine pek sevinmiş ve– Allah’a şükürler olsun ki, yanlış yola sapacak olursam, halkımın içinde beni kılıcıyla doğrultacak kimseler var, Ömer hicretin 24. yılında Zerdüşt bir köle tarafından şehid edildi ve Hz. Peygamber’in ayakları dibine gömüldü. Allah ondan razı olsun. “Yapılan İşler Niyetlere Göre Değerlenir” Hadisinin Açıklaması “Yapılan işler niyetlere göre değerlenir” hadisi, insanın kazanacağı sevap ve günahlar ile yakından ilgili ve son derece önemlidir. Ahmed İbni H anbel, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Dârekutnî gibi büyük âlimler, bu hadisle, İslâmiyet’in üçte birinianlamanın mümkün olduğunu söylemişlerdir. İmâm Şâfiî, bu hadisin yetmiş ayrı konuyla ilgisi bulunduğunu, bu sebeple de onu din ilminin yarısı saymak gerektiğini belirtmiştir. İmâm Buhârî ise, kitap yazanlara bir nasihatte bulunarak, eserlerine bu hadisle başlamalarını tavsiye niyetin ne olduğunu görelimNiyet, bir işi Allah rızâsı için yapmayı kalbden geçirmektir. İş ya kalble, ya dille veya diğer organlarlayapılır. Kalbimizle yaptığımız işler, niyet ve düşüncelerimizdir. Dilimizle yaptıklarımız yaptığımız işler de fiil ve davranışlarımızdır. Sözler ve davranışlar çoğu zaman niyete bağlı olduğu için, iyi niyet bazan başlı başına bir ibadet yâni yapılan işler niyete göre değer kazanır sözü, çoğu zaman organlarımızla yaptığımız işleri kapsar. Yoldaki bir taşı, insanlara zarar vermesin düşüncesiyle ve sevap kazanmak ümidiyle kaldırıp atmak bir ibadet sayılır. Birinin malını meşrû olmayan yollardan elde etmeye karar vermişken, Allah korkusuyla bu düşünceden vazgeçmek de aynı şekilde sevap kazanmaya vesile geçen düşünceler, iyi niyete dayandığı zaman Allah katında değer kazanır. Bu esnada kalbin uyanık ve şuurlu olması bir şeye niyet ederken kalb bu düşünceye katılmazsa, niyet makbul olmaz. 7. hadîs-i şerîfte görüleceği üzere Allah Teâlâ bizim şeklimize, kalıbımıza değil, kalblerimize bakar, niyetlerimize değer İbni Ömer’in âlim ve zâhid oğlu Medine’nin yedi fakihinden biri olan Sâlim, halife Ömer İbni Abdülazîz’e yazdığı mektupta şöyle demişti“Şunu iyi bil ki, Allah Teâlâ’nın kuluna yardımı, kulun niyeti kadardır. Kimin niyeti tam olursa, Allah’ın ona yardımı da tam olur. Niyeti ne kadar azalırsa, Allah’ın yardımı da o kadar azalır.”Herkesin yaptığı işin karşılığını niyetine göre alması şu gerçeği vurguluyor Yapılan bir ibadet ve herkesin takdirini kazanan bir hizmet görünüş bakımından kusursuz olabilir; ancak o ibadet ve güzel hizmetin samimi bir niyetle ve sadece Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla yapılması şarttır. İnsanların takdir ve teveccühünü kazanmak veya hem Allah rızasını hem de insanların takdirini kazanmak düşüncesiyle yapılan ibadet ve hizmetlerin Allah katında hiçbir kıymeti yoktur. Yapılan işleri Allah katında değerli kılan bizim ihlâs ve samimiyetimiz, yani o işleri sadece Allah rızası için yapmış olmamızdır. Meselâ insanlar beni görsün ve takdir etsin diye namaz kılmak, zekât vermek şirk derecesinde büyük bir günahtır. Fakat gösterişi aklından geçirmeyen bir mü’minin, başkalarını o ibadeti yapmaya teşvik etmek niyetiyle herkesin göreceği bir yerde namaz kılıp zekât vermesi faziletli bir davranıştır. Böyle bir mü’min hem görevini yapmış hem de iyi niyetinden dolayı ayrıca sevap kazanmış niyete dayanmayan, sadece gösteriş için yapılan ibadetlerin ve güzel davranışların Allah katında hiçbir değeri bulunmadığını Peygamber Efendimiz ibretli bir misâlle ortaya koymuştur. Bu hadîs-i şerîfe göre kıyamet gününde ilk defa bir şehid hakkında hüküm verilecek. Allah Teâlâ ona ne yaptığını sorduğunda– Senin uğrunda çarpıştım, şehid edildim, diyecek. Fakat Cenâb-ı Hak ona– Yalan söyledin. Sana cesur adam desinler diye çarpıştın, buyuracak ve o adam yüz üstü sürüklenerek cehenneme sonra ilim öğrenip öğreten ve Kur’an okuyan bir kimse getirilecek. Ona da ne yaptığı sorulacak.– İlmi öğrendim ve öğrettim. Senin rızânı kazanmak için Kur’an okudum, diyecek. Allah Teâlâ ona– Yalan söyledin. İlmi, sana âlim desinler diye öğrendin. Kur’an’ı ise, güzel okuyor desinler diye okudun. Nitekim öyle de denildi, buyuracak. O adam da yüz üstü sürüklenerek cehenneme şerîfin devamında zengin bir kimsenin huzura getirileceği, onun da malını Allah rızası için harcadığını söyleyeceği, ona, “cömert adam” desinler diye malını sarfettiği söyleneceği ve diğerleri gibi onun da cehenneme atılacağı belirtilmektedir Müslim, İmâre 152.Bu niyet hadisinden şöyle bir sonuç da çıkmaktadırAslında ibadet olmayan bazı işler, iyi niyetle yapıldığı takdirde ibadete dönüşebilir. Meselâ yemek yiyen kimse, bu gıdalardan elde edeceği kuvvetle ibadet edeceğini düşünürse, yemek yerken bile sevap kazanmış olur. Normal ticaretini yapan kimse, işini en iyi şekilde yaparak insanlara hizmet etmeyi, onları aldatmamayı düşünürse, hem para hem de sevap şerîfimizde “Kimin niyeti Allah’a ve Resûlü’ne varmak, onlara hicret etmekse, eline geçecek sevap da Allah’a ve Resûlü’ne hicret sevabıdır” buyuruluyor. Hicret, bir şeyi terketmek demektir. Allah Teâlâ’nın yasak ettiği şeyleri terkedip yapmamak da genel mânâda hicret sayılmaktadır. Bu sebeple Peygamber Efendimiz“Muhâcir, Allah’ın yasakladığı şeyleri bırakan kimsedir” buyurur bk. 1569 nolu hadis.Hadiste sözü edilen hicretten maksat, kâfirlerin elinde bulunan vatanı bırakıp İslâm yurduna göçmek demektir. Hz. Peygamber ile ashâbı, Mekke’den Medine’ye bu maksatla göçmüşlerdir. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in söylemek istediği şudurBir adam hicret ederken dünyevî bir çıkar düşünmemiş, sadece Allah’ın rızasını kazanmayı ve Resûlullah’ı hoşnut etmeyi hedef almışsa, hicreti makbûl olmuştur; Allah ve Resûlü’ne hicret etme sevabını elde etmiştir. Kim de hicret ediyor görünse bile, aslında bir dünyalık elde etme veya bir kadınla evlenme arzusuyla yola çıkmışsa, onun hicreti makbul sayılmaz ve hiçbir sevap kazanamaz. Bu gerçeği Allah Teâlâ şöyle belirtmiştir“Kim âhiret kazancını istiyorsa, onun kazancını çoğaltırız. Dünya kazancını isteyene de dünyalık veririz; ama onun âhirette bir nasibi olmaz” Şûrâ sûresi 42, 20.Bu hadîs-i şerîfin söylenmesine şöyle bir olayın sebep olduğu anlatılırSahâbîlerden biri, Ümmü Kays adlı bir hanımla evlenmek ister. Fakat o günlerde Ümmü Kays Medine’ye hicret etmeyi düşünmektedir. Kendisiyle evlenmek isteyen sahâbîye, niyeti ciddî ise Medine’ye hicret etmeyi ve orada evlenmeyi teklif eder. Mekke’deki kurulu düzenini terketmeyi henüz düşünmeyen o sahâbî Ümmü Kays’la evlenmek arzusuyla Medine’ye hicret etmek zorunda kalır. Bu durumu bilen sahâbîler, Ümmü Kays’ın muhâciri anlamında “Muhâciru Ümmü Kays” diye takıldıkları o zâtın, hicret sevabı kazanıp kazanmadığını tartışmaya başlarlar. İşte o zaman Peygamber Efendimiz, bu hadîs-i şerîfle meseleye açıklık getirerek herkesin niyetine göre sevap kazanacağını belirtir. Hadisten Öğrendiklerimiz 1. Yapılan işlerden sevap kazanabilmek için o işlere iyi niyetle başlamak Niyetin kalben yapılması önemli olduğu için, bunu ayrıca dille söylemek şart Allah rızası gözetilmeden yapılan işlerden sevap İnsan göründüğü gibi olmalı, dünyevî bir çıkar için dini İhlâs, niyet sağlamlığı Bir Ordu Kâbe’ye Saldırmak Üzere Yola Çıkacak HadisiMü’minlerin annesi Ümmü Abdullah Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu– “Bir ordu Kâbe’ye saldırmak üzere yola çıkacak; bir çöle geldiklerinde baştan sona bütün ordu yere batacaktır.”Hz. Âişe der ki, bu nun üzerine ben, Yâ Resûlallah, onların arasında ticaret için yola çıkanlar ve kötü niyetli olmayanlar varken niçin hepsi birden yere batacaktır? diye -sallallahu aleyhi ve sellem-– “Hepsi birden yere batacak, âhirette yeniden diriltilip niyetlerine göre hesaba çekileceklerdir” buyurdu. Buhârî, Büyû` 49; Hac 49, Müslim, Fiten 4-8. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 21; Nesâî, Menâsik 112; İbni Mâce, Fiten 30 Hz. Âişe Kimdir? Hz. Âişe Hayatı Hz. Âişe, Peygamber Efendimiz’in eşi ve onun en yakın arkadaşı Hz. Ebûbekir’in kızıydı. Âişe-i sıddîka diye tanındı. Annesi Ümmü Rûmân, Peygamber Efendimiz’in çok değer verdiği bir Âişe, Efendimiz’e peygamberlik geldikten 4 yıl sonra Mekke’de doğdu. Peygamber Efendimiz’e rüyasında bir meleğin 2-3 defa “Bu senin hanımındır” diye Hz. Âişe’yi göstermesi üzerine, Efendimiz onunla Medine’de, hicretin ikinci yılında Âişe Mescid-i Nebevî’ye bitişik 6 arşın genişliğindeki küçücük bir eve gelin geldi. Evinin kapısı Mescid’e açıldığı için Peygamber Efendimiz’in bütün sohbetlerini, vaaz ve hutbelerini dinlerdi. Mükemmel zekâsı, kuvvetli hâfızası ve güzel konuşmasıyla Peygamber Efendimiz’in takdirini kazanmıştı. Bu sebeple Efendimiz onunla konuşmaktan, bitip tükenmeyen sorularına cevap vermekten zevk Efendimiz’in evlendiği hanımlardan bâkire olan sadece Hz. Âişe’ydi. Hanımları içinde Hz. Hatice’den sonra en fazla onu Ekrem ile 8 yıl evli kalan Hz. Âişe’nin hiç çocuğu olmadı. Hadisimizde geçen Abdullah’ın annesi anlamındaki Ümmü Abdullah künyesini ona Peygamber Efendimiz verdi. Zira Araplarda kadın, erkek herkes bir künye alırdı. “Teyze anne sayılır” buyuran Nebiyy-i Muhterem Efendimiz, ona kız kardeşi Esmâ’nın oğlu Abdullah İbni Zübeyr’den dolayı bu künyeyi verdi. Peygamber Efendimiz onun odasında vefat ettiğinde Hz. Âişe daha 18 namaz kılar, çoğu zaman oruç tutardı. Öksüz ve yetimleri himâye edip yetiştirir, sonra da onları birlikte 2210 hadis rivayet etmiş olan Hz. Âişe, sahâbe arasında en çok hadis bilen yedi kişiden biriydi. Kur’ân-ı Kerîm’i bütün incelikleriyle anlar ve tefsir ederdi. Arap şiirini ve soy bilgisi demek olan ensâp ilmini de çok iyi bilirdi. Kur’ân-ı Kerîm’i, hadîs-i şerîfleri, kısaca İslâmiyet’i pek çok insana Peygamber’in vefatından sonra 47 yıl daha yaşadı. Hicretin 58. yılında, tıpkı Peygamber Efendimiz gibi 63 yaşında iken Medine’de vefat etti. Allah ondan razı olsun. “Bir Ordu Kâbe’ye Saldırmak Üzere Yola Çıkacak” Hadisinin Açıklaması Hadîs-i şerîfte, Kâbe’yi yıkma niyetiyle yola çıkan bir ordunun başına gelecek felâket haber verilmektedir. Bu çirkin olay, hamd olsun henüz meydana gelmedi; fakat Beytullah dediğimiz bu Allah Evi, bugüne kadar birçok defa saldırıya uğradı. Bu olaylardan biri Emevîlerin ilk yıllarında cereyan ettiHz. Âişe’nin yeğeni Abdullah İbni Zübeyr, hicretin 72. yılında Emevîlere karşı halifeliğini ilân ederek Harem-i şerîfe sığındı. Emevîlerin vali ve kumandanlarından Haccâc-ı Zâlim Mekke’yi kuşattı ve Kâbe’yi mancınıkla taşa tuttu. Abdullah İbni Zübeyr arkadaşlarıyla birlikte onlara karşı kahramanca savaşarak hicretin 73. yılında şehid diğer Kâbe tahribi olayı, hicretin dördüncü asrında Karmatîler tarafından yapıldı. Suûdî Arabistan’daki Ahsâ’da müstakil bir devlet kurmuş olan bu insafsız insanlar, 317 929 yılında Kâbe’yi tavaf eden birçok müslümanı kılıçtan geçirerek Hacer-i esved’i yerinden söktüler ve alıp memleketlerine götürdüler. Yirmi yıl sonra tekrar getirip yerine Teâlâ’nın Kâbe’ye fillerle saldıran Ebrehe ordusunu nasıl perişan ettiği Fil Sûresi’nde anlatılmakta, ileride meydana geleceği anlaşılan bu olayda da Kâbe’yi koruyacağı görülmektedir. Fakat kıyamet yaklaştığı zaman bu mübarek binanın artık korunmayacağı, “Habeşlilerden ince bacaklı bir adamın Kâbe’yi harap edeceği” güvenilir hadîs-i şerîflerde belirtilmektedir Buhârî, Hac 47, 49; Müslim, Fiten 57-59.Kâbe’yi yıkmaya gelen ordunun batacağı yer belli değildir. Hâtıra bir soru gelmektedir Kâbe’ye bir kötülük düşünmeyen bazı suçsuz insanlar niçin yere batırılacaktır?Bunun cevabı şudur Öyle günâhlar vardır ki, onların cezası sadece yapanlara değil, o günâhın yapılmasına göz yuman kimselere de erişir. Şu hâlde her koyun kendi bacağından asılır, diye düşünmemeli, hadîs-i şerîfte haber verilen cinsten bir belâ ile karşılaşmamak için kötülüklere aslâ göz yummamalı, meydan kötülere bırakılmamalıdır. Şayet kötülere engel olunamıyorsa, onlardan süratle hatırlattığı önemli konulardan biri, kötülerin yanında bulunmanın sakıncalarıdır. Bu sakıncaların en önemlisi, onların fenalıklarının tıpkı bir hastalık gibi etraftakilere iyi kimseleri kötülerle birlikte görenler, kötülerin yaptığı fenalığın önemsiz olduğunu zannederler. Daha da beteri, fenaların başına gelecek ceza, hadiste belirtildiği gibi, onların yanında bulunanları da yakıp kavuracaktır. Şu âyet-i kerîme zâlimlerden uzak durma gereğine işaret etmektedir“Aranızdan sadece zâlimlere erişmekle kalmayacak fitneden sakının!” Enfâl sûresi 8, 25.Ne var ki, kötüleri uyarmak da bir görevdir. Ahlâkı güzel, dinî bilgisi mükemmel olan kimseler onların yanına gitmeli ve kendilerine iyiyi, doğruyu ve güzeli gelen sorulardan biri de şudurİleride olacak hâdiseleri yâni gaybı yalnız Allah bildiği hâlde, kıyamete yakın meydana gelecek bu olayı Hz. Peygamber acaba nereden öğrendi? Bu sorunun cevabı bir âyet-i kerîmede şöyle verilmektedir“Görünmeyeni gaybı bilen Allah’tır. O sırlarını kimseye bildirmez. Ancak bu sırları dilediği peygamberine haber verir” [Cin sûresi 72, 26-27].Demek ki bu hâdiseyi Peygamber Efendimiz’e Allah Teâlâ bize öğrettiği hususlardan biri de mâbed düşmanlarının hiç bir zaman eksik olmayacağı, her devirde değişik tahrip silahlarıyla ve değişik görünümlerde ortaya çıkacağıdır. Biz bütün mescidlere, câmilere Allah’ın evi deriz. Bütün mâbedlerin kıblegâhı olan Kâbe ise en büyük Beytullah’tır. Onu yok etmeyi aklına koyanlar eksik olmadığına göre, diğer mâbedlerin düşmanları her devirde şerîfte asıl anlatılmak istenen husus, niyetin önemidir. Kâbe’yi yıkmaya gidenlerin arasında mâsum kimseler bulunabilir. Bunların bir kısmı savaşa zorla götürülmüş olabilir. Bir kısmı da başka bir yere giderken onlara rastlamış olabilir. Kötülük yapmayı düşünmediği hâlde kötülerin arasında bulunan kimselerin dünyadaki cezası, onlarla birlikte yok olmaktır. Âhirette ise niyetlerine göre hesaba çekileceklerdir. Şayet niyetleri kötü ise cehenneme, iyi ise cennete gideceklerdir. Hadisten Öğrendiklerimiz 1. Ameller, niyetlere göre değer kazanır. Bir işi iyi niyetle yapanlar, onun mükâfatını görürler. Kötü bir işi istemeden yapanlar ise, kötü niyetli olmadıkları için, cezaya Zâlimlerin ve günahkârların arasında bulunmak, onların sayısını çok gösterir; taraftarlarının artmasına yol Zâlimlerden uzak durmayanlar, onların başına gelecek cezaya da ortak Mekke Fethinden S onra Artık Hicret Yok HadisiÂişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu“Mekke fethinden sonra artık hicret yok; fakat cihad ve niyet vardır. Allah yolunda savaşa çağrıldığınız zaman hemen katılın.” Buhârî, Menâkıbü’l-ensâr 45, Cihâd 1, 27, 184; Müslim, Hac 445, İmâret 85. Ayrıca bk. Tirmizî, Siyer 32; Nesâî, Beyat 15 “Mekke Fethinden Sonra Artık Hicret Yok” Hadisinin Açıklaması İslâmiyet’in ilk yıllarında, Mekke’de, Müslümanlara hayat hakkı tanımak istemeyen müşrikler, onlara pek ağır işkenceler yapıyorlardı. Bu işkencelere dayanamayan bazı Müslümanlar Allah’ın emirlerini gönül huzuruyla yaşayabilmek için kendi yurtlarını, yuvalarını terkettiler. Peygamber Efendimiz’in buyruğu üzerine Habeşistan’a hicret ettiler. Daha sonraki yıllarda Medine, Müslümanların huzurla yaşayabileceği bir barınak hâline gelince, Efendimiz oraya hicret edilmesini tavsiye etti. Bir müddet sonra kendisi de oraya göçtü. Medine huzurlu bir İslâm diyarı olmakla beraber, burada bir İslâm devletinin kurulması ve yaşatılması için oradaki Müslümanların sayısı yeterli değildi. Başka yerlerde bulunan Müslümanların Medine’ye gelmesi bu bakımdan zorunlu 8. yılı Ramazan ayında Aralık 630 Mekke fethedilip de İslâm güneşinin ilk doğduğu bu mübarek şehir İslâm diyarı olunca, artık oradan Medine’ye hicret etmenin bir mânası kalmadı. Zira Müslümanların yıllarca korkulu rüyası olan Mekkeliler Hak dini kucaklamak zorunda kaldılar. Müslümanlara zararı dokunabilecek kimseler ortadan kalkınca Resûl-i Kibriyâ da Mekke’den hicret etme işini durdurdu. Böylece bu mübarek diyarın, dünya durdukça İslâm ülkesi olarak kalacağına da işaret etmiş fethi hem İslâm tarihi hem de İslâm’ın yaşanması bakımından önemli bir başlangıç oldu. O tarihten itibaren Müslümanlar güçlendiği için Medine’ye Hz. Peygamber’in yanına gelerek ona destek olmaya gerek kalmadı. Hadîs-i şerîfteki “Fakat cihad ve niyet vardır” ifadesi Müslümanların hicret sonrası yeni görevlerini belirlemektedir. Bu da İslâm’ı ve müslümanları kalkındırmak için bir taraftan düşmanlarına karşı mücâdele vermek, cihad arzu ve aşkını devamlı canlı tutmak, bir taraftan da İslâm’a hizmet etme ve Allah rızasını kazanma niyetiyle, uzak diyarlara giderek ilim tahsil etmektir. Cihad ruhuyla yetişen Müslüman, “Haydin savaşa” dendiği zaman korkup kaçmayacaktır. Allah’ın rızasını elde etmek için bir nevi geçici hicret olan savaşa koşarak çabalara rağmen İslâm yurdundaki kötülere ve kötülüklere karşı başarı elde edilemiyor, dinin buyrukları yaşanamıyorsa, o takdirde hicret yine gündeme gelir. Zira Resûl-i Ekrem Efendimiz“Tövbe etme zamanı sona ermeden hicret etme zamanı da sona ermez. Tövbe ise güneş battığı yerden doğuncaya kadar devam eder” buyurmuştur. Ebû Dâvûd, Cihâd 2; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, IV, 99 Demek oluyor ki, hayat devam ettiği sürece ihlâs, samimiyet ve iyi niyet devam edecektir. İnsan bu özellikleri hiçbir zaman bırakmayacaktır. Gerektiğinde Allah uğrunda canla başla hizmet edecektir. Hadisten Öğrendiklerimiz 1. Mekke fethedildikten sonra Medine’ye hicret etme mecburiyeti Bir ülke İslâm diyarı olunca, orayı bırakıp başka yere gitmemelidir. Orada kalıp kötülerle ve kötülüklerle savaşılmalıdır. Bu da bir fayda sağlamıyorsa, İslâmiyet’in rahatça yaşanacağı bir yere hicret Müslümanların, cihad aşkını hep canlı tutmaları, savaşa çağırılınca koşarak gitmeleri Yaşadığı yerden ayrılarak ilim tahsil etmek için başka yerlere ve ülkelere giden Müslüman, hicret etmiş gibi sevap Hastalıkları Yüzünden Medine’de Kalanlar HadisiEbû Abdullah Câbir İbni Abdullah el-Ensârî -radıyallahu anhümâ- şöyle dedi– Bir defasında Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- ile birlikte bir gazvede bulunuyorduk. Buyurdu ki– “Hastalıkları yüzünden Medine’de kalan öyle kimseler var ki, siz bir yolda yürüdüğünüz veya bir vâdiyi geçtiğinizde, onlar da sizinle birlikte gibidir.”Bir başka rivayete göre– “Sevap kazanmada size ortak olurlar” buyurdu. Müslim, İmâre 159 Câbir İbni Abdullah Kimdir? Câbir İbni Abdullah Hayatı Hicretten 16 yıl önce Medine’de doğdu. Babası Uhud Gazvesi’nde ilk şehid düşen sahâbî Abdullah İbni Amr İbni Harâm’dır. Babası hayatta iken 9 kızkardeşine bakmak için savaşlara katılamamıştı. Babasının vefatından sonra Peygamber Efendimiz’le birlikte 19 gazvede bulundu. Câbir -radıyallahu anh-, İkinci Akabe bîatına katılan 70 kişilik heyetin en küçük Efendimiz Câbir’i çok severdi. Zaman zaman onu devesinin arkasına bindirir, hastalandığında ziyaretine giderdi. Babası geride bir hayli borç bırakarak şehid olduğu zaman Câbir bu borçları ödemekte zorluk çekti. Çoğu Yahudi olan alacaklılar borcunu hemen ödemesini istiyorlardı. Fakat onun hurma bahçelerinden başka geliri yoktu. Üstelik o yıl mahsul de azdı. Resûl-i Ekrem Efendimiz toplanan hurmaları öbekler halinde yığdırdı. Mübarek eline ölçeği alarak herkese alacağını vermeye başladı. Fahr-i Cihân Efendimiz’in bir mûcizesi olarak Câbir’in bütün borçları ödendiği gibi hurmaların hiç eksilmediği Gazvesi’nden dönerken Efendimiz onunla sohbet etti. Yeni evlendiğini, birçok borcu bulunduğunu öğrenince devesini kendine satmasını istedi. Uzun bir pazarlıktan sonra, Medine’ye varınca teslim etmek şartıyla Nebiyy-i Muhterem Efendimiz Câbir’den devesini satın aldı. Câbir deveyi teslim etmek üzere getirdiğinde, Resûlullah Efendimiz ona olan borcunu ödedikten başka deveyi de kendisine hediye etti. Efendimiz’in bu eşsiz yardım şekli ashâb-ı kirâmı duygulandırdı. Bu olay daha sonraları deve gecesi anlamında Leyletü’l-baîr diye anıldı. Resûl-i Kibriyâ o gece Câbir için 25 defa istiğfâr fazla hadis rivayet ettikleri için “müksirûn” diye anılan yedi sahâbîden biri olan Câbir radıyallahu anh, mükerrerleriyle birlikte 1540 hadis rivayet etmiştir. Bizzat kendisinin Hz. Peygamber’den duymadığı bir hadisi ashâb-ı kirâmdan Abdullah İbni Üneys’in bildiğini haber aldı. Bu hadis, üzerinde mazlum hakkı bulunan kimsenin cennete giremeyeceğine dairdi. Câbir bu hadisi Peygamber Efendimiz’den duyan ilk ağızdan bizzat işitmek istedi. Fakat bu sahâbî Şam’a yerleşmişti. Câbir yılmadı. Bir deve satın alarak Medine’den yola çıktı. Bir ay süren uzun bir yolculuktan sonra Şam’a vardı ve hadisi Abdullah İbni Üneys’e sorarak sonlarına doğru gözlerini kaybetti ve 78 697 yılında 94 yaşında Medine’de vefat etti. Medine’de en son vefat eden sahâbî Câbir İbni Abdullah idi. Allah ondan razı 1345 numara ile tekrar gelecek olan bu hadis bir sonraki hadisle beraber Medine’de Bizden Geride Kalanlar HadisiEnes -radıyallahu anh- şöyle dedi– Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- ile Tebük Gazvesi’nden döndüğümüz sırada şöyle buyurdu– “Medine’de bizden geride kalan öyle kimseler vardır ki, bir dağ yoluna, bir vâdiye girdiğimizde onlar da bizimle yürüyormuş gibi sevap kazanırlar. Çünkü onları birtakım mâzeretleri alıkoymuştur.” Buhârî, Megâzî 81, Cihâd 35. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihad 19; İbni Mâce, Cihâd 6 Enes İbni Mâlik Ki mdir? – Enes İbni Mâlik Hayatı Medineli olan Enes daha on yaşında bir çocukken Resûl-i Ekrem Efendimiz bu güzel şehre hicret etti. Annesi Ümmü Süleym, onu elinden tutarak Resûlullah Efendimiz’e getirdi. Enes’in iyi bir çocuk olduğunu söyleyerek onu Efendimiz’in hizmetine verdi. Enes akşama kadar Peygamber Efendimiz’in yanında bulunur, akşam olunca da Kuba’daki evlerine giderdi. Efendimiz’in yanında pekçok savaşa Efendimiz çok zeki bir çocuk olan Enes’i pek severdi. Enes’in söylediğine göre kendisine “oğulcuğum!” diye seslenir, onu hiç azarlamaz, döğmez, beğenmediği bir iş yapsa bile, “Bunu niçin yaptın?” demezdi. Zaman zaman ona “iki kulaklı” anlamında “Zül üzüneyn” diye Peygamber Enes’e uzun ömürlü, çok çocuklu ve varlıklı olması, Allah Teâlâ’nın onu cennetine koyması için dua etti. Efendimiz’in duası aynen gerçekleşti. Enes yüz yılı aşkın bir hayat sürdü. Pek çok çocuğu, torunu ve serveti Ekrem’den duyup öğrendiği, mükerrerleriyle birlikte 2286 rivayetle en çok hadis bilen yedi sahâbînin üçüncüsü idi. Okuma yazması olduğu için duyduğu hadisleri yazardı. Bu rivayetleri Medine’de ve daha sonra yerleştiği Basra’da yüzlerce talebesine Efendimiz’i en iyi tanıyanlardan biri olduğu için, tıpkı Resûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- gibi yaşar, onun gibi namaz kılardı. Resûl-i Kibriyâ Efendimiz’e ait bir çubuğu ve onun bir saç telini hep yanında taşırdı. Öldüğü zaman bu çubuk, vasiyeti üzerine, kabirde yanına, Efendimiz’in saç teli de dilinin altına annesi Ümmü Süleym ile üvey babası Ebû Talha, ileri gelen ashâb-ı kirâmdandı. Peygamber Efendimiz onların evine sık sık uğrar, orada nâfile namaz kıldırır, Ümmü Süleym’in yemeğini yer, evlerinde öğle uykusuna yatar, onlara hayır dua hicretin 93. yılında, 103 yaşında Basra’da vefât etti. Allah ondan razı olsun. “Hastalıkları Yüzünden Medine’de Kalanlar” Hadisinin Açıklaması Resûl-i Ekrem Efendimiz’in hicretin 9. yılında yapılan Tebük Gazvesi’nden dönerken söylediği bu hadîs-i şerîf, niyet ve ihlâsın önemini saâdette bir savaş çıktığı zaman, bütün sahâbîler o savaşa katılmak için can atardı. Herkes kendi imkânlarıyla veya varlıklı Müslümanların yardımlarıyla savaşa hazırlanırlardı. Maddî imkânsızlıkları yüzünden savaşa katılamayanlar, büyük bir sevaptan mahrum kaldıklarını düşünerek üzülür, gözyaşı dökerlerdi. Bu defa da öyle olmuştu. Resûl-i Kibriyâ’nın bu son gazvesine gidemeyenler hep İslâm ordusunu düşünmüşler, savaşa katılan bahtiyarların arasında olmayı hayâl iki hadîs-i şerîfte de, hastalıkları veya başka mâzeretleri yüzünden savaşa katılamayan bazı Müslümanların, savaşa katılan mücâhidler gibi sevap kazanacakları ifade buyurulmaktadır. Zira ellerinden gelseydi onlar da savaşa gidecekler, nice eziyetlere katlanacaklar, hatta canlarını Allah yolunda seve seve sûresinin 95. âyetinde, bütün imkânlarını ortaya koyarak Allah yolunda savaşan kimselerle, özürleri bulunmadığı halde savaşa gitmeyip evlerinde oturanların bir olmadığı söylenmekte, savaşanların ötekilerden üstün sayıldığı belirtilmektedir. Bu âyet-i kerîme, hadisimize ters düşmemektedir. Zira âyette mâzeretsiz olarak savaşa gitmeyenlerden, burada ise mâzereti sebebiyle savaşa gidemediği için üzülüp ağlayan mücâhid ruhlu yiğitlerden söz edilmektedir. İki grup arasında dağlar kadar fark yolunda cihad etmek, şehâdet şerbetini kana kana içmek arzusuyla yanıp kavrulduğu halde, maddî ve bedenî güçsüzlük yüzünden buna imkân bulamayanları, korkaklık, tenbellik veya rahatına düşkünlük gibi sebeplerle savaştan kaçanlardan ayıran husus, niyet, samimiyet ve ihlâstır. İnsanı Allah katında değerli kılan işte bu özelliklerdir. Hadislerden Öğrendiklerimiz 1. Allah yolunda savaşan kimsenin attığı her adım, yaptığı her davranış ona sevap Allah katında makbul olan bir işi imkânsızlıkları sebebiyle yapamayanlar, onu yapmayı ihlâs ve samimiyetle arzu ettikleri takdirde, yapmış gibi sevap Sen Niyet Ettiğin Sadaka Sevabını Kazandın HadisiEbû Yezîd Man İbni Yezîd İbni Ahnes -radıyallahu anhüm- -Man de, babası Yezîd de, dedesi Ahnes de sahâbîdir- şöyle dediBabam Yezîd sadaka vermek üzere yanına birkaç dinar aldı ve onları Mescid-i Nebevî de oturan birinin yanına koydu. Ben Mescid’e uğrayarak paraları aldım ve babama Vallâhi ben onları sen alasın diye bırakmamıştım deyince, Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in yanına giderek durumu üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu– “Yezîd! Sen niyet ettiğin sadaka sevabını kazandın. Man! Aldığın para da senindir.” Buhârî, Zekât 15. Ayrıca bk. Dârîmî, Zekât 14; Ahmed İbni Hanbel, Müsned, III, 470. Man İbni Yezîd Kimdir? – Man İbni Yezîd Hayatı Hadîs-i şerîfin râvisi Ebû Yezîd Man gibi hem kendisi, hem babası, hem de dedesi sahâbî olan kimseler pek azdır. Hele bunlar gibi İslâmiyet’i kabul ettikten sonra dede – oğul – torun, üçü birden Bedir savaşına katılan bir başka tâlihli yoktur. Bu hadîs-i şerîfin Sahîh-i Buhârî’de bulunup da Riyâzüs-sâlihîn’e alınmayan kısmında belirtildiğine göre, Fahr-i Cihân Efendimiz Man için bir kıza dünür olmuş ve onları Ömer’in kendisine çok değer verdiği Man önce Kûfe’de, sonra Mısır ve Şam’da yaşamış, 64 683 yılında vefat etmiştir. Hz. Peygamber’den 5 hadis rivayet eden Man’ın hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Allah ondan râzı olsun. “Sen Niyet Ettiğin Sadaka Sevabını Kazandın” Hadisinin Açıklaması Hadîs-i şerîfte yine niyetin önemi babası Yezîd, Mescid’de oturan bir sahâbînin yanına, muhtaçlara vermesi için bir miktar para bırakmıştı. Fakir olan, üstelik o parayı kimin bıraktığını bilmeyen oğlu, böyle bir yardıma ihtiyacı olduğu için parayı oradan almıştı. Babası durumu öğrenince, sadakasının boşa gittiğini düşünerek “O parayı sana vermek isteseydim, getirir verirdim. Ben onu sadaka niyetiyle Mescid’e bıraktım. Sen almamalıydın?” diye oğluna çıkışmıştı. Bu parayı alıp harcamasının hiçbir sakıncası olmadığını düşünen Ma’n, babasıyla birlikte Resûl-i Ekrem’in huzûruna gelerek meseleyi arzetmiş, Resûlullah Efendimiz de Ma`n’ı haklı şerîflerde üzerinde genişçe durulan konulardan biri, aile fertlerine verilen sadakanın son derece makbûl olduğudur. Bu tür harcamaların değeri, önemi ve sevâbı 291 numaralı hadisten itibaren başlayacak olan “Ailenin Geçimi” bahsinde ele ki, sadaka veren için önemli olan, parasını Allah yolunda harcamaya niyet etmesidir. Yaptığı yardım, sadaka almaması gereken birinin eline geçse bile, o, niyeti sebebiyle sevap kazanmış olur. Sadaka nâfile bir ibadet olduğu için, bir mü’min onu, kendilerine bakmak zorunda olduğu kimselere, meselâ babasına, dedesine, oğluna, kızına, hatta torununa verebilir. Ancak zekâtı, kendisine bu kadar yakın olanlara bizzat verilebileceği gibi, bir vekil aracılığıyla da verilebilir. Vekil eliyle verildiği takdirde, nâfile ibadetlerde özellikle aranan, iyiliği gizlice yapma esasına da uyulmuş olur. H adisten Öğrendiklerimiz 1. Sadaka verirken, Allah rızası için vermeye niyet etmek Sadakalar insanın en yakınına Sadakalar bir vekil vasıtasıyla da Ashâb-ı kirâmın hayatında, mescidlerin önemli yeri vardı. Sadaka vermek için bile mescidden Allah Rızasını Düşünerek Yaptığın Harcamalar HadisiCennetle müjdelenen on sahâbîden biri olan Ebû İshâk Sad İbni Ebû Vakkâs -radıyallahu anh- şöyle dediVedâ Haccı yılında Mekke’de yakalandığım şiddetli bir hastalık dolayısıyla Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- ziyâretime geldi. Ona– Yâ Resûlallah! Gördüğün gibi çok rahatsızım. Ben zengin bir adamım. Bir kızımdan başka mirasçım da yok. Malımın üçte ikisini sadaka olarak dağıtayım mı? diye Peygamber– “Hayır”, dedi.– Yarısını dağıtayım mı? dedim. Yine– “Hayır”, dedi.– Ya üçte birine ne buyurursun, yâ Resûlallah? diye sordum.– “Üçte birini dağıt! Hatta o bile çok. Mirasçılarını zengin bırakman, onları muhtaç bırakıp da halka avuç açtırmaktan hayırlıdır. Allah rızâsını düşünerek yaptığın harcamalara, hatta yemek yerken eşinin ağzına verdiğin lokmalara varıncaya kadar hepsinin mükâfatını alacaksın” İbni Ebû Vakkâs sözüne devamla dedi ki– Yâ Resûlallah! Arkadaşlarım gidip de ben kalacak mıyım? burada ölecek miyim? diye sordum.– “Hayır, sen burada kalmayacaksın. Allah rızâsı için güzel işler yaparak yükseleceksin. Allah’tan öyle umuyorum ki, daha nice yıllar yaşayarak kimi insanlar mü’minler senden fayda, kimileri de kâfirler zarar Ashâbımın Mekke’den Medine’ye hicretini tamamla! Onları geri döndürüp hicretlerini yarım bırakma! Acınacak durumda olan Sa`d İbni Havle’dir” sözleriyle Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-, Sad İbni Havle’nin Mekke’de ölmesine üzüldüğünü ifade etti. Buhârî, Cenâiz 36, Vesâyâ 2, Nefekât 1, Merdâ 16, Daavât 43, Ferâiz 6 ; Müslim, Vasıyyet 5. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Ferâiz 3; Tirmizî, Vesâyâ 1; Nesâî, Vesâyâ 3; İbni Mâce, Vesâyâ 5. Sad İbni Ebû Vakkâs Kimdir? Sad İbni Ebû Vakkâs Hayatı Hazreti Sad, cennetlik oldukları Peygamber Efendimiz tarafından müjdelenen on bahtiyar sahâbîden biridir. Kureyş kabilesinden ve Benî Zühre soyundandır. Peygamber Efendimiz’in annesi Hz. Âmine de Benî Zühre’ dendi. Bu sebeple Efendimiz Sad İbni Ebû Vakkâs’a “Benim dayımdır” İslâmiyet ile ilk şereflenen sahâbîlerin beşincisi veya yedincisi olduğu söylenir. Müslüman olduğu zaman daha on yedi yaşında bir delikanlıydı. Bu hâlini “Müslüman olduğumda yüzümde henüz tüy yoktu” diye anlatmıştı. Onun bir özelliği de Allah yolunda ilk ok atan ve ilk kan döken kimse olmasıdır. İlk kan dökmesi olayı şudurSad -radıyallahu anh- İslâmiyet’i kabul ettiği zaman müşriklerden biri ona hakaret etti. O da bir devenin çene kemiğini kaptığı gibi adamın başını yardı. Allah yolunda yere düşen ilk kan bu oldu. Uhud Gazvesi’nde düşmana bin ok attı. Bu savaşta Resûl-i Kibriyâ Efendimiz ona bir yandan ok veriyor, bir yandan da– “Anam, babam sana fedâ olsun, ey Sad! At!” buyurarak kendisini destekliyordu. Bütün savaşlarda Hz. Peygamber’in yanından ayrılmadı ve onun daha nice hayır dualarını aldı. Onun başarılarını artıran Fahr-i Cihan Efendimiz’in– “Yâ Rabbî! Okunu doğrult ve duasını kabul et!” şeklindeki niyâzlarıdır. Bu sebepledir ki, Hz. Sad attığını vurur, Cenâb-ı Hakk’a arzettiği dualar kabul edilirdi. Bunu bilenler onun bedduasını almaktan Ekrem’in hadîs-i şerîfte haber verdiği mûcize gerçekleşti ve nice ülkeler onun eliyle fethedilerek İslâm diyârı oldu. İran fâtihlerinin ilki, Kâdisiyye Savaşı’nın başkumandanı ve Kûfe’nin kurucusu o idi. Daha sonra Kûfe valisi Ömer, kendisinden sonraki halifeyi seçecek altı kişilik heyette Sad’ı da görevlendirdi. Sad İbni Ebû Vakkâs, Hz. Osman şehid edildikten sonra bir köşeye çekildi ve hiçbir olaya karışmadı. Onun bu tutumunu Hz. Ali şöyle değerlendirmişti– Sad ile Abdullah İbni Ömer’in bu tarafsız davranışları çok yerindedir. Bu olaylarda bir köşeye çekilmekte günah varsa, herhâlde o günah küçüktür. Sevap varsa, o da şüphesiz çok İbni Ebû Vakkâs seksen yıldan fazla bir hayat sürdü. Hadîs-i şerîfte anlatılan olayın meydana geldiğinde sadece bir kızı olmakla beraber, sonraları birkaç defa evlendi ve birçok çocuğu oldu. Nihayet hicretin 55. yılında Medine’de hastalandı. Vefatının yaklaştığını hissedince, sakladığı eski bir abayı getirterek– Benim kefenim bu olsun. Zira Bedir Gazvesi’nde düşmanlarla çarpışırken üzerim de bu cübbe vardı. Şimdiye kadar onu bu maksatla saklamıştım, dedi. Aşere-i mübeşşere’den en son vefat eden o ettiği 215 hadisin 115 tanesi hem Buhârî’nin, hem de Müslim’in Sahîh’lerinde yer aldı. Allah ondan razı olsun. “Allah Rızasını Düşünerek Yaptığın Harcamalar” Hadisinin Açıklaması Hadisimizde anlatılan olayın geçtiği Vedâ Haccı, hicretin onuncu yılında yapıldı. Bundan üç ay kadar sonra da Sevgili Efendimiz Mevlâ’sına şerîfte, bir kimsenin malının ne kadarını Allah rızâsı için dağıtılmak üzere vasiyet edebileceği anlatılmaktadır. Görüldüğü üzere çocukları ve yakın mirasçıları bulunan bir kimse, malının üçte birinden fazlasını dağıtılmak üzere vasiyet etmeyecektir. Uzak yakın hiçbir mirasçısı bulunmayan kimsenin, malının üçte birinden fazlasını vasiyet edip edemeyeceği ile Mâlikîler mirasçısı bulunmayan kimsenin bütün malını vasiyet edebileceğini söylemişler; öteki mezhep imamları da mirasçısı olmayanın mirasçısı beytülmâldir düşüncesiyle bu görüşe karşı çıkmışlardır. Şayet mirasçılar, malın üçte birinden fazlasının vasiyet edilmesine itiraz etmezlerse, üçte birden fazlasını dağıtmakta hiçbir sakınca üzere Peygamber Efendimiz, varlıklı bir kimsenin malını hibe ve vasiyet ederken ölçülü davranmasını tavsiye etmektedir. Zengin bir kimsenin bütün malını fakir fukaraya dağıtması, ilk bakışta câzip ve imrenilecek bir davranış gibi görülebilir. Fakat bir aile servetinin tamamen elden çıkmasına yol açan bu aşırılık, mirasa muhtaç olan birçok kimsenin zor durumda kalmasına sebep olabilir. İşte bunun için güzel dinimiz mirasçının elini tutmuş, ona en uygun davranışı tavsiye etmiş, geride kalanları düşünmeyi, onları kimseye muhtaç etmemeyi İbni Ebû Vakkâs’ın malını Allah rızâsı için harcamak istemesi, Peygamber Efendimiz’in de buna belli şartlarda izin vermesi, varlıklı kimselerin daha hayatta iken iyilik yapmaları gerektiğini göstermektedir. Çünkü o serveti dişiyle tırnağıyla kazanan adamın ölümüyle birlikte mirasçılar genellikle hayır yapmamakta, ellerine geçirdikleri o hazır malı har vurup harman savurarak harcayıp aklı başındayken ve malının üzerinde istediği tasarrufu yapmaya sahipken onu en uygun yerlere harcamalı ve âhiretini daha dünyadayken yapmaya bakmalıdır. Bununla beraber yakın mirasçılar daima gözetilmeli, onların iyiliği düşünülmeli ve kimseye muhtaç olmamaları ve iyilik yapmanın çok çeşitli yolları bulunduğuna işaret ede n Peygamber Efendimiz, buna bir misâl vermek istemiş, misâli de üzerinde her zaman önemle durduğu bir konudan seçmiştir İnsanın hayat arkadaşı olan hanımıyla hoşca geçinmesi. Eşiyle iyi geçinmeye çalışan kimse hem hayat arkadaşını mutlu eder, hem de kendisi mutlu olur. 294 numaralı hadiste tekrar edileceği üzere yemek yerken eşini sevindirmek için onun ağzına verilen lokmayla bile hayır ve iyilik yapılmış huzurunu sağlamak için yapılan benzeri davranışlar, başkalarına ne kadar basit ve önemsiz gelirse gelsin, Allah rızâsını kazanmak niyetiyle yapıldığı takdirde nafile bir ibadet sayılır ve insana sevap kazandırır. Böylece niyet ve ihlâsın önemi bir kere daha ortaya çıkmaktadır. Aile fertlerini geçindirmek için uğraşıp didinen kimse önemli bir görevi yapmış, bir sorumluluktan kurtulmuş olur. Bu işi yaparken bir de Allah rızâsını kazanmayı düşünmüşse, hem vazifesini yapmış hem de sevap kazanmış şerîfin sonunda görüldüğü üzere Sad İbni Ebû Vakkâs Peygamber Efendimiz’e özel bir soru sordu Siz ashâb ile Medine’ye döneceksiniz de ben burada ölüp kalacak mıyım? Ben bu şehirden Medine’ye Allah rızâsı için hicret etmiştim; şimdi burada ölüp kalırsam hicret sevabını yitirmiş olur muyum? diye durumunu öğrenmek Ekrem Efendimiz Sad’ın ölüp ölmeyeceğini elbette bilemezdi. O esnâda Allah Teâlâ Resûlü’ne bu sorunun cevabını bildirdi. Nebiyy-i Muhterem Efendimiz de Sa’d’ın bu hastalık yüzünden ölmeyeceğini, daha nice güzel hizmetler yapacağını söyleyerek bir mûcizeyi gerçekleştirmiş oldu. Nitekim Hz. Sad bu olaydan sonra 45 yıl daha yaşadı. İslâm’a ve Müslümanlara pek çok hizmet iyi bilmek gerekir ki, Peygamber Efendimiz’in geleceğe dönük haber vermesi, onun gaybı bildiği anlamına gelmez. Cin Sûresi’nin 26. âyetinde belirtildiği üzere görünmeyen âlemin sırlarını sadece Allah Teâlâ bilir ve bu sırlardan dilediği kadarını peygamberine Efendimiz’in “Acınacak durumda olan Sad İbni Havle’dir” buyurduğu bu zât, önce Habeşistan’a, sonra Medine’ye hicret etmiş, Bedir, Uhud ve Hendek Gazveleri başta olmak üzere birçok savaşa katılmış bir sahâbîdir. Vedâ haccı sırasında Mekke’de vefât etmiştir. Sahâbîler, Allah rızâsı için terkedip gittikleri bir yere geri dönüp orada ölmeyi doğru bulmazlar, hicret ettikleri yerde ölmeyi arzu ederlerdi. Sad İbni Ebû Vakkâs’ın Mekke’de ölüp kalacak mıyım? diye sorması üzerine, Efendimiz onun adaşı olan ve bir müddet önce Mekke’de vefât eden Sad İbni Havle’yi hatırladı ve kaybettiği bazı sevaplar dolayısıyla onun adına Ekrem’in Hz. Sa’d’ı ziyareti 917 numara ile tekrar gelecektir. Hadisten Öğrendiklerimiz 1. İyi niyetle yapılan işler insana sevap kazandırır. Allah rızâsı gözetilerek aile fertlerine yapılan harcamalar ve hatta bu düşünceyle yapılan şakalaşmalar nâfile ibadet Peygamber Efendimiz hastalanan sahâbîlerini ziyaret Hastalık Allah Teâlâ’nın insanı deneme yollarından biridir. Bu sebeple hasta olan kimse hâlinden şikâyet Meşrû yollarla zengin olmak, malını Allah yolunda harcamak, mirasçılarını ve yakın akrabalarını kimseye muhtaç olmayacak durumda bırakmak iyi bir Hasta iken malın üçte birinden fazlası sadaka olarak dağıtılamaz, dağıtılması da vasiyet edilemez. Hastalanmadan önce ise üçte birle sınırlı kalmadan istendiği kadar harcanabilir. Ölümünden sonra geride fazla malı kalmayacak kimse hiç vasiyet etmemeli, her şeyini mirasçılarına bırakmalıdır6. Allah Teâlâ Peygamber Efendimiz’e ileride olacak bazı şeyleri haber vermiş, o da bunlardan uygun gördüklerini ashâbına Allah Sizin Bedenlerinize Ve Yüzlerinize Değil Kalplerinize Bakar HadisiEbû Hüreyre Abdurrahman İbni Sahr’dan -radıyallahu anh- rivayet edildiğine göre Resûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu– “Allah Teâlâ sizin bedenlerinize ve yüzlerinize değil, kalblerinize bakar.” Müslim, Birr 33. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 9. Ebû Hüreyre Kimdir? – Ebû Hüreyre Hayatı Müslüman olmadan önceki adı Abdüşems idi. Müslüman olduktan sonra Abdurrahman adını aldı. Birgün elbisesinin içinde bir kedi götürüyordu. Kendisini gören Resûl- i Ekrem Efendimiz– O nedir? diye sordu. Ebû Hüreyre– Kedi, diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz ona “Kedicik babası” anlamında– Ebû Hüreyre! diye takıldı. O günden sonra bu künye ile tanındı ve asıl adı unutuldu. Kendisine Resûl-i Ekrem’in verdiği bu künye ile hitâp edilmesinden pek Hüreyre hicretin yedinci yılında Müslüman oldu. Mescid-i Nebevî’nin sofasında yatıp kalkan ve kendilerine Ashâb-ı Suffe denen fakir Müslümanlardan biriydi. Gece gündüz Peygamber Efendimiz’den ayrılmaz, ondan duyduğu hadisleri öğrenmeye çalışırdı. Peygamber Efendimiz’in hayatının son üç senesinde bizzat kendisinden ve diğer büyük sahâbîlerden duyduğu mükerrerleriyle birlikte 5374 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir. Böylece ashâb-ı kirâmdan en çok hadis rivayet eden o olmuştur. Rivayetlerinin 609 tanesi hem Buhârî’ nin, hem de Müslim’in Sahîh’lerinde pek çok hadis rivayet ettiğini söyleyenlere– Muhâcirînden olan kardeşlerimizi ticaretleri ve çarşılarda olan alış verişleri, ensardan olan kardeşlerimizi ziraatları ve hurmalıkları meşgul ederdi. Ben ise karın tokluğuna Hz. Peygamber’den ayrılmaz, onların bulunmadıkları zamanlarda Resûlullah’ın -sallallahu aleyhi ve sellem- yanında bulunur ve onların ezberlemediklerini ezberlerdim, cevabını Hüreyre’den 800’den fazla sahâbî ve tâbiî hadis rivayet Ömer’in hilâfeti zamanında bir müddet Bahreyn valiliği yapmış, sonra da hiçbir idârî görev kabul etmeyerek Medîne-i Münevvere’de yaşamıştır. Hicretin 59. yılında Medine’de 78 yaşında iken Allah’ın rahmetine kavuşmuştur. Allah ondan razı olsun. “Allah Sizin Bedenlerinize Ve Yüzlerinize Değil Kalplerinize Bakar” Hadisinin Açıklaması İnsanlar genellikle dış görünüşe önem verirler. Güzel ve yakışıklı olanlarla varlıklı kimseler toplumda daha büyük itibar görürler. Çirkin ve fakir olanlara pek değer verilmez. Bu ölçüler ruh ve gönül dünyasını tanımayan sığ ve sathî kimselerin değer Teâlâ ise insanların davranışlarını iyi ve kötü olarak değerlendirirken ne beden güzelliğine, ne de mal varlığına bakar; çünkü bunlar gelip geçici değer ölçüleridir. Önemli olan ruh güzelliği ve gönül zenginliğidir. Daha da önemlisi bu ruh güzelliği ile gönül zenginliğinin iyi hâl, güzel davranış ve samimi ibadetler olarak dışa yansımasıdır. İnsanlara iyilik yapma heyecanıyla, Allah’a kulluk edebilme aşkıyla yaşamaktır. Kalıcı olan, insanın gerçek değerini ortaya çıkaran işte bu şerîfin Sahîh-i Müslim’deki bir başka rivayetinde Allah Teâlâ’nın kalble birlikte davranışlara ve ibadetlere değer verdiğini Peygamber Efendimiz şöyle belirtmektedir“Allah Teâlâ sizin yüzlerinize ve mallarınıza değil, kalblerinize ve amellerinize bakar.” Müslim, Birr 34.Allah Teâlâ’nın kalbe ve davranışlara bakması demek, kalbin ve davranışların iyi olması hâlinde, onların sahibine sevap ve mükâfat vermesi demektir. Bir âyet-i kerîmede Allah Teâlâ’nın maddî görüntülere değer vermediği, insanda mânevî güzellik aradığı şöyle ifade edilmiştir“Sizi yanımızda değerli kılacak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır. Ancak imân edip güzel ve hayırlı işler yapanların durumu başkadır. Onlara yaptıklarının kat kat fazlasıyla mükâfat verilecektir” [Sebe’ sûresi 34, 37].Resûl-i Ekrem Efendimiz’in, kendi mübârek göğsüne, daha doğrusu kalbine işaret ederek üç defa “Takvâ işte şuradadır.” Müslim, Birr 32; Tirmizî, Birr 18 buyurması, insanın gerçek değerinin ihlâslı bir kalbe sahip olmasıyla anlaşılacağını ile haramların kesin surette belli olduğunu, şüpheli görünen davranışlardan sakınmak gerektiğini açıkladığı meşhur hadîs-i şerîfin sonunda Peygamber Efendimiz kalbin önemini şöyle belirtir“ Şunu iyi bilin ki, insan vücudunda küçük bir et parçası vardır. Eğer bu et parçası iyi olursa, bütün vücut iyi olur; bozulursa, bütün vücut bozulur. İşte bu et parçası kalbdir.” Buhârî, Îmân 39; Müslim, Müsâkât 107,108.Bu hadis 1574 numaralı hadisin içinde tekrar gelecektir. Hadisten Öğrendiklerimiz 1. Allah Teâlâ ibadetleri ve güzel davranışları değerlendirirken samimiyet derecesini, ihlâs ve iyi niyeti esas Kalb, Allah’ın çok değer verdiği, devamlı surette bakıp kontrol ettiği bir merkezdir. Bu sebeple onu kötü duygulardan arındırmak, dinin tavsiye ettiği güzel hâl ve davranışlara sahip kılmak İbadetleri makbul ve değerli kılan kalbdir. Bu sebeple öncelikle kalbi kin ve haset gibi mânevî ve ictimâî hastalıklardan arındırmalı, mükemmel hâle getirmeye Kim İslamiyet Daha Yüce Olsun Diye Savaşıyorsa O Allah Yolundadır Hadisi Ebû Mûsâ Abdullah İbni Kays el-Eşarî -radıyallahu anh- şöyle dediResûlullah’a -sallallahu aleyhi ve sellem-– Biri cesaretini göstermek, diğeri milletini korumak, öteki kendine yiğit adam dedirtmek için savaşan kimselerden hangisi Allah yolundadır? diye -sallallahu aleyhi ve sellem- şu cevabı verdi– “Kim, İslâmiyet daha yüce olsun diye savaşıyorsa, o Allah yolundadır.” Buhârî, İlim 45, Cihad, 15, Farzu’l-humüs 10, Tevhîd 28; Müslim, İmâre 150, 151. Ayrıca bk. Tirmizî, Fezâilü’l-cihad 16; Nesâî, Cihad 21; İbni Mâce, Cihad 13. Ebû Mûsâ el-Eşarî Kimdir? Ebû Mûsâ el-Eşarî Hayatı Yemen’in Zebid bölgesinde yaşayan ve güzel davranışlarıyla Hz. Peygamber’in takdirini kazanan Eş’arîlerdendir. Hz. Peygamber’in İslâm’a davet ettiğini duyunca, onu görmek üzere iki ağabeyi ve 52 kişiyle birlikte bir gemiye binip yola çıktılar. Fakat fırtına onları Habeşistan’a sürükledi. Karaya çıkınca, Peygamber Efendimiz’in amcasının oğlu Cafer-i Tayyâr ile birçok Müslümanın orada olduğunu öğrenip sevindiler. Hicretin 7. yılında 628 Medine’ye döndüler. Önce Habeşistan’a sonra da Medine’ye giderek iki hicret yaptıklarını ve bu sebeple Allah’ın rızâsını kazandıklarını Resûl-i Ekrem Efendimiz’den duyunca çok sevindiler. Ebû Mûsâ el-Eşarî o tarihten sonra Peygamber Efendimiz’den hiç ayrılmadı. Onun maiyyetinde bütün savaşlara Ömer ve Hz. Osman devirlerinde yıllarca Basra ve Kûfe valiliği yaptı. Birçok beldenin İslâm topraklarına katılmasını kirâm’ın en büyük altı âliminden biri sayılırdı. Kur’ân-ı Kerîm’i bizzat Peygamber Efendimiz’den öğrendi, Basralılara ve Kûfelilere yıllarca Kur’an öğretti. Çok güzel bir sesi vardı. O Kur’an okumaya başlayınca herkes derin bir huşû ile dinlerdi. Bir gece Resûl-i Ekrem Efendimiz Hz. Âişe’yle birlikte onun Kur’an okuyuşunu dinledikten sonra, kendisine Hz. Dâvûd’unkine benzer bir ses verildiğini söyledi. Hz. Ömer onun Kur’an okumasını istediği zaman– Ebû Mûsâ! Bize Rabbimizi hatırlat! Mûsâ uzun yıllar idarecilik yapmasına rağmen dünya malına hiç iltifat etmedi. Herkese Hz. Peygamber zamanında yaşadıkları mütevâzi hayattan örnekler vererek sâde yaşamanın güzelliğini hayâlı bir insandı. Geceleri uyurken vücudunun açılabileceğini düşünerek bir nevi pijamayla yatardı. Allah’tan utandığı için karanlıkta iki büklüm yıkandığını söylerdi. Talebelerini yumuşak kalbli olmaya teşvik eder, Allah korkusundan dolayı ağlamayı tavsiye eder ve– Ağlayamıyorsanız, ağlamaya gayret edin! Zira cehennem ehli, göz pınarları kuruyana kadar ağlayacak, sonra içinde gemiler yüzecek kadar kanlı yaşlar dökecekler, Mûsa el-Eşarî 360 hadis rivayet etmiştir. 63 yıllık hayatının çoğu İslâm’a ve insanlara hizmet etmekle geçen bu muhterem sahâbî, hicretin 42. yılında 662 Kûfe’de, bir rivayete göre de Mekke’de vefat etti. Allah ondan razı olsun. “Kim İslamiyet Daha Yüce Olsun Diye Savaşıyorsa O Allah Yolundadır” Hadisinin Açıklaması Hadîs-i şerîfin muhtelif rivayetlerinde görüldüğü üzere, cesaretini göstermek, milletini korumak ve kendine yiğit adam dedirtmek gibi gayelerden başka, sırf ganimet elde etmek ve öfkesini yatıştırmak için savaşanların hâli de Peygamber Efendimiz’e sorulmuştur. Bu düşüncelerle savaşanlardan hiçbirinin Allah yolunda cihad etmiş olamayacağını kesin bir dille açıklayan Resûl-i Ekrem Efendimiz, 1346 numara ile tekrar görüleceği üzere ancak İslâmiyet’i yayıp yaşatmak ilâ-yi kelimetullah için savaşanların Allah yolunda cihad etmiş sayılacağını metninde geçen kelimetullah sözüyle, kelime-i tevhîd yâni Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullahkastedilmiştir. İslâm’ı en iyi ve en kısa bir şekilde ifade eden kelime-i tevhîd Müslümanların parolası gibidir. Müslümanın en önemli görevi, dilinden düşürmediği bu aziz kelimeyi ufukların ötesine götürmek, başkalarının da Allah’ı tanımak suretiyle mutlu olmasını sağlamaktır. Cihad bu demektir. O hâlde böylesine yüce bir gaye için savaşmak varken, nefsânî duygular ve basit çıkarlar için vuruşmak elbette rızâsını kazanmak için savaşmak ön planda geldiği takdirde, zikredilen diğer hedeflerin gözetilmesi asıl maksada zarar vermez. Meselâ milletini korumak için vuruşan kimsenin asıl gayesi Allah’ı hoşnut etmek, İslâm yurduna düşman ayağı bastırmamak ise, kendi milletini koruma duygusu bu hedefe ters yaptığı her harekette niyetine bakıldığı bu hadiste bir kere daha ortaya konmaktadır. Demek oluyor ki, bir can pazarı olan savaşta ölünce şehid, kalınca gâzi sayılabilmek için Allah’a hizmet aşkının ön planda tutulması gerekmektedir. Bunu Ebû Ümâme el-Bâhilî’nin rivayet ettiği şu hadîs-i şerîf daha açık bir şekilde ortaya koymaktadırAdamın biri Resûl-i Ekrem’e gelerek– Para ve şöhret için savaşan bir adam sevap kazanır mı? diye Efendimiz– “Hiçbir şey kazanamaz”, bu soruyu Resûl-i Ekrem’e üç defa sordu. Her defasında da aynı cevabı aldı. Sonra Hz. Peygamber sözünü şöyle tamamladı“Allah Teâlâ sadece kendi rızâsı için yapılan ibadetleri kabul eder, başkasını değil” Nesâî, Cihad 24. Hadisten Öğrendiklerimiz 1. İşler değerlendirilirken hangi maksatla yapıldığına bakılır. İyi niyetle yapılmışsa Allah katında makbul Allah’ın rızâsını kazanmak için savaşmak yerine menfaat ve nefsi tatmin için vuruşmak doğru Dünyaya gönül bağlamak, insanı yüce hedeflere varmaktan alıkoyan basit ve önemsiz bir Cihad gibi en önemli bir görev bile, ancak ihlâs ile yapılırsa bir kıymet ifade İki Müslüman Birbirine Kılıç Çektiği Zaman Öldürende Ölende Cehennemdedir HadisiEbû Bekre Nüfey İbni Hâris es-Sekafî’den -radıyallahu anh- rivayet edildiğine göre Peygamber -sallallahu a
iyi niyetli olmak ile ilgili ayetler